So love me.
Like we don't have tomorrow.
Like there's no time at all, love.
(Zayn-Tonight)Jimin tarif ettiğim adrese geldiğinde arabayı kenara çekmişti ve birlikte inmiştik. Burası şehirden uzak ve çok arabanın geçmediği bir dağ yoluydu. Kayalıklar vardı ve hemen aşağısında deniz. Gökyüzü tamamen açık bir şekilde gözüküyordu ve denizin sonunda da şehir vardı.
Buraya ilk kez lisede ki bir arkadaşım ile gelmiştim. Beni buraya o getirmişti. Fakat şimdi görüşmüyorduk. Yine de bana bu yeri kattığı için ona minnettardım.
Kahvelerimizi elimize aldıktan sonra çok kenarda olmayan bir kayaya yaslamıştık sırtımızı. İçime derin bir nefes çektiğimde bulanıklaşan görüşümden gözlerimin dolduğunu fark ettim.
Yanımda hissettiğim Jimin bugün burayı daha farklı ve huzurlu kılıyordu. Başımı omzuna yaslayıp derin bir nefes aldığımda saçlarıma dudaklarını bastırdığını hissedip gözlerimi yummuştum.
"Burası..." Ettiğim kelimenin ardından bir kaç saniye duraksadım ve yutkunup devam ederken gözlerimi araladım. "İntihar etmek için çok güzel bir yer değil mi Jimin?" Başımı yasladığım bedenin kasıldığını hissettim.
Bir kaç saniye sessiz kaldı ardından tedirgince konuştu. "Chae o da ne demek? Bir daha böyle bir şey söylediğini duymak istemiyorum. Hatta düşünme bile." Başımı omzundan çekip yüzümü sıvazladım. "Özür dilerim. Öyle bir anda ağzmdan dökülen saçma sapan bir cümleydi." Boşta ki eli ile beni kendine çekmiş ve şakağımı öpmüştü. Dudakları hâlâ tenime değerken konuştu. "Lütfen beni korkutacak ve yıkacak şeyler yapma." Başımı sallayarak onu onayladığımda yine bir kaç dakika susmuştuk.
Bu sesizliği bitiren taraf Jimin oldu bu sefer. "Geçmişinde ne olduğunu merak ediyorum. Fakat sorup seni sık boğaz etmek istemiyorum. Ama Chaeyoung anlatırsan her zaman dinlerim. Senin yanındayım hep tamam mı?" Dedikleri ile ona dönmüş ve tebessüm etmiştim.
Geçmişimi anlatmak istemiyordum çünkü benden korkmasını, uzaklaşmasını istemiyordum. Ama Park Jimin bana geçirdiğimiz bu haftalarda sonsuz bir güven vermişti ve geçmişimde yaşadıklarım onun için pek önem arz etmiyor gibiydi. Her zaman yanımda olacaktı hissediyordum. Bu yüzden de anlatmak istiyordum.
"Annemde bipolar hastası." Diyerek başladım anlatmaya. Bu sırada bedenini bana döndürmüş ve ilgisini tamamen anlattıklarıma vermişti. "Babamla aşık olarak evlenmişler ve ilk yıllar aslında araları gayet iyiymiş. Jisoo doğduktan bir süre sonra annemin hastalığı artmış. Ama yine de idare ediyorlarmış. Yıllarca hep belli bir düzeyde artmaya devam etmiş fakat büyük sorunlar yaratmıyormuş işte. Ben beş yaşına geldiğimde ise işler tamamen çığrından çıktı. Artık büyük ölçüde sinir krizleri geçiriyordu, babamla çok yüksek sesle kavgalar ediyorlardı. Her gece hemde. Bana ve Jisoo'ya patlamaya başlamıştı. Zaman geçtikçe dövmeye. Jisoo sürekli beni korumak için annemin önüne atlar ona karşı çıkmaya çalışırdı." Dediklerim gözümde canlandığında yüzümde bir tebessüm belirmişti ama aslında canım deli gibi yanıyordu.
"Annem bazen Jisoo ve beni banyoya kilitlerdi. Kar kış dinlemeden, o buz gibi soğuklarda küçücük bedenlerimizin tir tir titreyerek uykuya daldığını hatırlıyorum. Annem biraz daha delirdi. Bu defa babamla olan tartışmalara şiddet karıştı. Annem babama zarar vermeye başladı. Yine bir gece annemin sinir krizi geçirip babamla deli gibi bağırdığını duyduk. Jisoo ile odamızdan çıktık ve onlara baktık. Annem... babamı bıçaklamıştı. Defalarca kez." Gözlerim doldu ve sesim titredi. Biri kalbimi avuçları arasında sıktı ve geçmişimden yeniden nefret ettim.
"Babam yere yığıldı. Her yer kan oldu. Annem öylece donup kaldı ne yaptığını fark edemedi. Jisoo benden büyüktü ve ne olduğunu daha iyi anlamıştı. Babamın yanına koştu, çöktü. Elleri kan oldu. Onlara doğru adımladım, ayaklarıma değen sıcak sıvıyı hatırlıyorum. Babamın kanına bulandı çıplak ayaklarım. Ağladım fakat tam olara neye ağladığımı bile farkında değildim."