Bölüm 2: Blakely

182 37 53
                                    


Kendime gelebilmek için yüzümü yıkadım. Dün yaşadıklarım bir rüya mıydı? Üzerine düşünmeye devam ettikçe gerçekliğini yitiriyordu ve an, zihnimin içinde bir kum yığını gibi dağılıyordu. Artık rüya olmadığından o kadar da emin değildim. Sanki tüm detaylar ince bir işçilikle zihnime işlenmiş, ardından tek hamleyle sökülmüştü. 

Vücut ısıma rağmen ellerim buzdan farksızdı. En son ne zaman yediğimi bile hatırlamadığım yemeğin yukarı çıkmak için çabaladığını hissedip ağzımda bıraktığı acılıkla beraber geri yollamak için yutkundum. Başım dönüyordu. 

Ayağımın altında kaydığını düşündüğüm zeminin durulması için bir süre dolabın kolundan destek alıp kendime gelmeyi bekledim ve aşağı indim. Sharon iyi olup olmadığımı sormuyor ama telaşlı gözleri yüzümü tarıyordu. Nasıl tepki vereceğini bilmediğinden yanlış bir şey söylememek için sustuğunun farkındaydım. 

"İyiyim. Fazla gerçekçi bir kâbus gördüm sanırım." 

Gerildiği için tuttuğu nefesini bırakıp yanıma geldi, bedenimi kolları arasına aldı. " Korkuttun."

"Biliyorum," dedim ben de kollarımı ona sararken. 

Okulu asmak için ısrar etse de evde kalmamın bana bir faydası olmayacağını bildiğimden onu dinlemedim. Sharon'ın olayları fazla büyütmek ve fazla endişelenmek gibi bir huyu vardı. Belki de eksikliğini hissettiğimi düşünüp kendisine anne gibi davranma sorumluluğunu yüklemişti. 

 Okul çıkışı Sharon dans dersi için beni yalnız bıraktığında kütüphaneye yürüdüm. Okulun aydınlık koridorlarında bile yankılanan tek ayak sesinin benimkiler oluşu ürpermeme neden olmuştu. Giderek daha panik bir ruh haline bürünüyordum. Önceden yalnız kalmayı severdim. Hatta okulun bu sessiz halini huzurlu bulduğum için çoğu zaman geç çıkar, ödevlerimi kütüphanede yapardım.

Şimdi ise geceleri uyumak için Sharon'ın yanına gitmeye yeltensem de onu daha fazla huzursuz etmemek için yarı yoldan dönüyordum. Başta nadiren gördüğüm rüyalar sıklığını artırmış, neredeyse her geceye yayılmıştı. Uyumamak için dirensem bile bir noktadan sonra ne zaman uyuduğumu bile bilmiyordum. 

Kütüphaneye girdim ve Tarih  bölümüne ilerledim. Okul çıkışlarından sonra cezaya kalmadıysanız pek uğrak bir yer sayılmazdı. Uzun sürmeyen bir arama sonucu kitapları bulmuştum fakat sonuncu kitap zor ulaşacağım bir rafta olduğundan parmak uçlarımda kalkmam gerekmişti. 

"Yardım ister misin?"

"Hayır, teşekkürler." 

Uzanıp son kitabı da aldığımda sesin sahibine döndüm. Kehribar rengi gözleri benimkilerle buluştu. İçimde tarifi olmayan tanıdık bir his belirdiğinde gözüm boynuna taktığı karta kaydı. İsim kısmında kötü bir el yazısıyla 'Black' yazılıydı. Kütüphanede çalışmasına rağmen kehribarın tanıdıklığının aksine onu daha önce görmemiştim. 

"Seni tanıyor muyum?"

"Tanışmak için fazla bilindik bir bahane değil mi?" Dedi gülümserken. 

Sıcak bir gülümsemeyle meydan okuma arasında bir yerlerdeydi. Keskin yüz hatlarına bakarken tanıdık bir şey aradım. Gözlerimiz yeniden buluştuğunda içimden ılık bir hava dalgası süzüldü. 

"Genelde bahaneye ihtiyaç duymam," dedim ben de meydan okumaya ağırlık basan bir gülümsemeyle.

"Black," dedi elini uzatırken.

 Telaffuzunda ufak bir gariplik sezmiştim ama ağzından tek hamlede çıktığı için çözememiştim.

"Mary. Gerçek bir adın var mı yoksa sana bu takma isimle mi seslenmeliyim." 

KARANLIK: Şeytan ÇiçeğiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin