Telefonun zil sesi bana yavaş gelen bir tınlamada üçüncü kez cızırtıyla çalarken tırnaklarımı kemiriyordum. Bekleyişim telefonu açışıyla sonlandığında fazla vaktim olmadığı için aceleci bir tavırla konuşmaya önce ben atıldım.
"Benim, Mary. Şehrin merkezindeki karakoldayım. Gelip... beni alabilir misin?" Çekingen tavrımı gizlemek istemiştim ama sesim düşündüğümden daha yumuşak çıkmıştı.
"Arabasının bile çalıntı olduğunu düşündüğün birini seni kurtarması için karakola mı çağırıyorsun?" dedi.
"Bir yanlış anlaşılma olduğu için buradayım. Borcumu öderim. Ne kadar istersen."
Bunun için kaç hafta sonu çalışmam gerekirdi bilmiyorum ama söyler söylemez miktar belirtmediğime pişman olmuştum. Hafta sonları köpek gezdirme işinden aldığım paraları harcamamıştım, halledebilirdim.
"Paraya ihtiyacım yok."
Telefonu kapatmadan önce söylediği son cümle birkaç saniye boşluğa bakmama sebep olmuştu. Yanımdaki polis tüm konuşmaları duyuyordu. Suratında iğrenmeme sebep olacak bir gülümsemeyle,
"Sevgilin seni almaya gelmeyecek gibi duruyor." dedi. Sevgilim olmadığını söyleyecektim ama yeni bir arbedeyle uğraşacak enerjiyi kendimde bulamayıp sert bir bakış yollamakla yetindim.
Yeniden rahatsız sandalyeme oturduğumda durumuma gülüyor oluşu sinirimi bozmuştu. Üzerimdeki cekete turşu suyu sıçradığı için kötü kokuyordu ama çıkaramayacak kadar üşüyordum. Ayrıca sabah kahvaltısından beri bir şey yememiştim ve midem bunun sinyallarini duyulmaması imkansız sayılabilecek yükseklikte guruldamalarla veriyordu. Kafamı arkamdaki duvara yaslayıp gözlerimi kapadım.
Önemli değildi, zaten gelmeyeceğini biliyordum ve bunun için haklı bir sebebi de vardı. Sıkıntıyla bir nefes bıraktım. Şu an evimde bol soslu makarnamı yerken kanepeme yayılıp sıcak battaniyemin altında bir şeyler izliyor olmalıydım.
"Yatağının daha rahat olduğuna eminim."
Yirmi dakikalık sessizliğimi bozan şey Daniel'ın sesidi. Suratıma yayılan gülümsemeyi saniyelik bir zaman dilimi içinde sildim ve boğazımı temizler gibi öksürdüm.
"Gelmeyeceğini sanıyordum." dedim deminki gülüşümün aksine ciddi kalmaya çalışırken çattığım kaşlarımla.
"Hakkımda sürekli yanılmak gibi kötü bir huyun var."
Sonunda arabaya bindiğimde parmaklarım soğuktan uyuştuğu için zor hareket ettiriyordum. Kemiklerime kadar işleyen soğuğun aksine arabanın içi sıcacıktı. Buraya gelirken ısıtıcıyı sonuna kadar açmış olmalıydı. Soru sormadan arabayı çalıştırdı.
Yolun yarısına kadar konuşmadığında ne düşündüğünü çözmek için ara sıra çaktırmadan yüzüne bakıyordum. Birkaç saniyeliğine andan koptum ve elim elmacık kemiğindeki belli belirsiz iz üzerinde gezinmek için mantığımdan bağımsız havaya kalkar gibi olduğunda kendimi durdurdum.
"Neden karakolda olduğumu sormayacak mısın?" dedim sessizliği bozarak.
"Yanlış anlaşılma olduğunu söyledin." dedi gözünü yoldan ayırmadan.
"Yalan söylediğimi düşünmüyor musun?"
"Yalan söyleyen biri nasıl davranır biliyorum."
"En az üç kez dolandırıldığına dair bahse girerim."
Ona karşı normal olmaya çalışsam bile istem dışı kabalaşıyordum. Belki de bu, ona yaklaşmamak için kendimi durdurma yolumdu. Bu defa gözünü yoldan ayırıp doğrudan bana bakmıştı. Kehribar rengi gözleri sokağın sıcak tonlarındaki ışığında daha da sarıya çalıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANLIK: Şeytan Çiçeği
Fantasyİhanetinin bedelini canıyla ödeyecek avcının yasak elmaya aşık oluşu. Peki yasaklar çiğnenecek, cehennemin kapıları aralanacak mı? Mary'nin her sabah uyandığı kabuslar ya onun geçmişi ve geleceği ise?