Kamp alanında en fazla bir hafta kalmayı kabul eden Lee Jihoon daha fazla rahatsızlık vermemek adına eşyalarını getirdiği küçük çantasına dolduruyordu. Bir yandan da Seungcheol'ü nasıl ikna edeceğini düşünmeye çalışıyordu. Artık evine dönse iyi olacaktı zira avcıların arasında kalmak da fazlasıyla ürkütücü geliyordu kendisi için.
Sabahın erken saatlerindeydi ve Seungcheol gece devriyesini bitirmiş gelmek üzere olmalıydı. Tam olarak geldiği saate denk getirmeye çalışıyordu çünkü haber vermeden gitmek istemiyordu. Ona olan saygısı çok büyüktü ancak o kadardı. Bir arkadaşa duyabileceği kadar büyük bir saygı duyuyordu ona.
Konutun giriş kapısı açıldığında zamanının geldiğini bilerek çantasını sırtına attı ve odadan çıktı. Seungcheol her zamanki güçlü duruşuylaydı ancak insanlara göstermediği o yorgunluğunu güç geçtikçe anlayacak kadar onu tanımıştı.
"Gitmek istiyorsun."
İlk gördüğü anda bunu söyleyeceğini biliyordu ancak ona daha fazla yük olmak istemiyordu. Başında fazlasıyla sorumluluğu varken kendisi yeterince ona yük olmuştu.
"Kalmama izin verdiğin için teşekkür ederim."
Elindeki telsizi cebine yerleştirip Jihoon'un peşine dışarıya kadar geldi.
"Seni eve bırakayım."
Jihoon onun ne kadar yorgun göründüğünün farkındaydı. Normal birinin bunu fark etmesi imkansızdı ancak kendisi bütün gece hatta son iki gecedir devriyeler yüzünden uyumadığını biliyordu.
"Gerek yok, hem hava aydınlanmak üzere zaten rahatça gidebilirim."
Dediği şeyden memnun olmadığı belliydi. Yine de ısrar etmedi. Jihoon vedalaşıp evden çıktı. Kamp alanından çıkana kadar ona dönen birkaç bakışın farkındaydı. Onlar da burada olmasının ruhaf olduğunu bildikleri için onun torpilli olduğunu düşünüyor olmalılardı.
Jihoon şimdiye kadar tek başına yaşamayı başarmıştı ve bunun sürdürebilmek istiyordu. Birilerine bağlı kalarak yaşamak kendisi için can sıkıcı bir durumdu. Kampın geniş girişinden çıkıp sokaklar arasında yürümeye başladı.
Hava aydınlıkken burada her şey daha normale dönüyordu. İnsanlar günlük yaşamlarına devam etmek için çabalıyorlardı. Tüm vakitleri hava kararana kadar yapabildikleri her şeyden ibaretti. Günün aydınlığı onlara tam bir güvenlik sağlamıyordu ancak birlikte kamp etrafında günün aydınlığında yaşamak vampirlerin göze almadığı bir riskti.
O kontun anında ne olduğunu anlamasından dolayı tekrar peşine düşeceğini de biliyordu Jihoon. Hiçbir vampir altın kandan bu kadar kolay vazgeçmezlerdi. Şimdiye kadar peşine takılanlardan bunu anlamıştı bile.
Tekrar Jeonghan isimli bu vampire denk geleceğinden korkarak o sokaktan ilerleyemedi. Aksine kamp alanının hemen kenarından geçen ıssız bir sokağa girdi. Burası insanların kaldığı yerin bitimiydi neredeyse. Etrafta kimse olmazdı.
Jihoon da işte bu kamp alanından birkaç yüz metre ileride hemen ormanlığın girişinde eski ahşap bir evde yaşıyordu. Yaşadığı evden de bulunduğu konumdan da şu an memnundu. Sığınaklara gitmektense bu eski evi tercih ederdi. Her ne kadar daha az güvenilir olsa da.
Kampın yanında girdiği ıssız sokakta tetikte yürürken biraz öteden gelen sesi duydu. Önce korkup kaçmak için geri adım atsa da bu seslerin inleme gibi olmasından dolayı gidemedi. Birinin yaralanmış olabileceği üşüştü hemen aklına.
Hızlı adımlarla sese doğru gittiğinde ise önce kirlenmiş spor ayakkabılarını ve dar pantolonunu gördü. Böyle tarz spor ayakkabıların civarda hiç kalmadığını sanıyordu. Hızlı adımlarla ilerledikçe önce sesler arttı. Ardında da görüş hizasına sarı kabarık saçlı biri girdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Your Heart Got Teeth | Soonhoon
Fiksi PenggemarDünyanın ırkçılığı sona ermesini sağlayan şey barış değildi. Savaş değildi. İnsanları bir bütün eden ve onları birbirleriyle birleştiren şey insanlıktan çok daha farklı bir şeydi. İnsanlar onlara vampir demeyi tercih ettiler. Onları tehlikeli görd...