Lee Jihoon kızıl ormanda arkasına bakmadan kaçması gerektiği o anda başına ne geldiğini veya ne gelebileceğinin çok da idrakında değildi. Tek düşünebildiği kaçmak ve kaçmaktı. Korkudan çok hızlı atan kalbine engel olamadan koşa koşa hiç bilmediği bir ormanda kayboldu.
Ne tarafa veya nereye gideceğini bilmeyen altın kan Mingyu'nun dediklerini hatırlattı kendine. Dediğine uyup saklanabileceği bir yer bulduğunda Jihoon ağacın dibinde bir çalının altında gömdü. Etrafı tamamen yeşille kaplandığında elinde sıkı sıkıya tuttuğu şişenin kapağını açtı.
Başta basit bir koku alan şişenin kokusu tamamen gittiğinde aslında etrafa yayılan o keskin ve ağır kokusunu bir insan olarak kendisi alamıyordu. Güçlü koku etrafa yayılıp kendi kokusunu tamamen kapattığında Jihoon korkudan gözlerini kapatmış bulunmamak için nefes dahi almıyordu.
Saatlerce o çalı altında durduğunda ne bir ses ne de bir hareket duymadan durduğunda defalarca kez çıkmayı düşünse de ona ne dendiyse onu yaptı. Jihoon orada aydınlık havanın kararmasına şahit olacak kadar beklediğinde çalıların etrafında duyduğu ses ile dağılan dikkati tekrar toplandı.
Yakında duyduğu ses ile bir anda dona kalan Jihoon halen elinde tuttuğu şişe ile birlikte güvende olmayı diliyordu. Saklandığı çalının dibine kadar ayak sesi duyduğunda yakalandığına o kadar emindi ki bir an çıkıp kaçmayı düşündü.
"Merhaba."
Jihoon gizlendiği çalıları aralayıp bakan hiç tanımadığı o yüzle göz göze geldiğinde iyi mi hissetmeliydi kötü mü bilmiyordu.
"Dışarısı senin için oldukça tehlikeli. Benimle gelmek ister misin?"
Parlayan gözleriyle onun bir asil olduğuna inanmayı o kadar istedi ki eğer değilse ne yapacağını bilmiyordu.
"Ben Seungkwan. Asil kasabasından geliyorum. Kokun çok tanıdık geliyor, seni bir asil gönderdi değil mi?"
Onun gerçekten iyi olduğuna ve iki kuru söze inanan Jihoon onaylayarak başını salladı.
"Mingyu beni bulacağınızı söylemişti."
Dediği gibi de olmuştu. Ona yol gösteren asil güvende olduğunu söyleyerek çalıların altından çıkmasına yardım ettiğinde birlikte en başından beri varmak istedikleri yere gittiler. Jihoon nihayet o bahsedilen kasabanın girişine geldiğinde kapkara ve yoğun ormanın ortasındaki o berrak ve sıcak ortamı gördü.
Kasaba girdiği gibi ona bakan, havayı koklayan ve inanamayan vampirlerle doldu çevresi. Altın kan olduğunu anlayan herkes ona şaşkınca bakıyordu. Karşıdan gelen birini gördüğünde Jihoon onun tıpkı Mingyu gibi renkli olan gözlerini gördü.
"Hoşgeldin rhnull. Seni buraya getiren şey ne?"
Herkes gibi o da altın kan olduğunu anında anlamıştı. Jihoon kendisinden uzun onun sakin ve güven verici duruşunu süzdü. Seungkwan isimli onu bilen kişi girdi araya.
"Onu Mingyu göndermiş."
Tanıdık ismi duyan asil sakince gülümsedi.
"Demek sen Mingyu'nun misafirisin. Ben Minghao."
Kasabayı idare eden kişi olduğu her halinden belli olan Minghao elini uzattığında Jihoon sıktı. Buz gibi elleriyle kendini vampirlerle dolu bir ormana bir kasabaya tek başına attığı hatırlattı. Etrafındaki herkes ama herkes kam emiciydi.
"Burada güvende olduğunu bilmeni isterim. Bu gece uyuyabilmen için sana odalarımızdan birini hazırlayalım."
Jihoon ona kalacağı odayı göstermek için ilerleyen Minghao'nun peşinden ilerlemeye başladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Your Heart Got Teeth | Soonhoon
Fiksi PenggemarDünyanın ırkçılığı sona ermesini sağlayan şey barış değildi. Savaş değildi. İnsanları bir bütün eden ve onları birbirleriyle birleştiren şey insanlıktan çok daha farklı bir şeydi. İnsanlar onlara vampir demeyi tercih ettiler. Onları tehlikeli görd...