Bright'ın ölümü kabullenişi yeni değildi, şaşılacak bir şey yoktu bunda. Biliyordu, yola çıkarken de sonunda ölümün de olabileceğini bile bile çıkmıştı bu yola. Zaten komünist yoldaşları birbirlerini telkin ederlerdi sürekli sonunda ölüm var diye. Ölümün soğukluğunu tüm komünist gençler hissetmişti çoğu zaman. Bright da sık sık hissettiği o soğuğa kavuşmuştu sonunda. Kendi ölümünü metanetle karşılıyor, ölümünün üzeceği tek insanın da sevgilisi olduğunu biliyordu. Son anlarında bunu aklından çıkarmamış, hafifçe gülümseyerek can vermişti darağacında.
Görevliler ve idam kararı verilmesini sağlayan savcı Bright'ın cansız bedenini alıp götürürken Win yapabileceği en akıllıca şeyi yapmış ve Thanom'un yanına gidip Bright'ın bedenini ona vermeleri için yalvarmaya başlamıştı: "Efendim, biliyorum o... O itibarınıza çok zarar verdi ancak..." nefes alamıyordu. O'nun öldüğünü görmüştü, kendi gözleri önünde son nefesini vermişti, ancak kabullenemiyordu. Söylemesi bile zor geliyordu ona. Söylemeyi bırak, düşünmesi bile... Görmek bile ağır gelmiş ona, kalbi bin parçaya bölünmüştü. Aldığı her nefes ciğerlerine batıyor, aldığı her nefeste suçluluk duyuyordu. Düşünmeyi bile reddettiği şeyi görmüştü, eğer görmese inanmazdı
inanamazdı.
O'nun için Bright bir put gibi olmuştu hep. Yok olacağına inanmıyordu bu dünyadan. Ve buna da izin vermeyecekti zaten. O'nu ve düşüncelerini hep yaşatacaktı, onun inandığı emeller üzerine gidecek ve her şeyi bilip yarım bıraktığı devrimi tamamlayacaktı Win.
Thanom şerefsiziyle konuşmaya devam etti. "Zaten her şeyini aldınız elinden, canını bile... Bu yüzden yalvarırım, en azından... cansız bedenini alayım."
Alaycı bir ses tonuyla konuştu, giyimi ve tavırları bir infaza geliyormuş gibi değildi de bir düğüne gidiyor gibiydi. "Sen Iamkajorn'un oğlu musun?" Karşısındaki her hücresiyle mahvolmuş insanın aksine karşısında arsızca sırıtıyordu zaferini belli edercesine.
"Evet." diyebildi Win.
"Ne işin var bu terörist piçle? Yoksa sen de mi komünistsin?"
Bundan bir sonuç çıkmayacağını anlamıştı Win, arkasını dönüp gidecekken pis elleriyle omzundan tuttu dünyası başına yıkılmış olanın.
"Tamam," dedi Thanom. "Cesedi sana vereceğim."
Ondan bir "ceset" olarak bahsediyordu. Daha az önce canlı kanlı herkesin karşısında duran koca yürekli komünistten değersiz bir paçavra olarak bahsediyordu. Hızla arkasını döndü Win aldığı cevap karşısında. "Ancak bir şartım var, ömür boyu bana borçlu kalacaksın."
--------------------------
Şimdi hava hafiften kararmış, kuşlar yuvalarına dönerken Bright ile baş başa kalmışlardı. Bomboş bir arazideydiler, Win yanına çöktü iyice ve sabahtan beri tutmakta zorlandığı gözyaşlarını serbest bıraktı. Yüzünü kavradı elleriyle. Halini yakından görünce içi daha da sızlıyordu. "Naptılar sana sevgilim? Bu halin de ne böyle? Son günlerinde bile rahat bırakmadılar mı seni? Acıttılar mı canını çok?" Kelimeleri dudaklarından güçsüz ve hüzünlü bir şekilde çıkıyordu. "Ya bu boynundaki halat izi?" Ellerinin altında duran cansız bedene sıkıca sarılıp ağlamaya devam ederken bir yandan da söylenmeye devam ediyordu. "Uyan Bright... Uyan da ışık ol, halkına umut; senin yolundan ilerlemek isteyenlere işaret ol. Uyan da kalbimdeki bu boşluğu doldur. Ben sensiz nereye gideceğimi, ne yapacağımı bilemiyorum. Attığım her adımda hatıralarımız burnumun direğine doluyor, sızlıyor da sızlıyor... Boğazım boynuna geçirilen halat gibi düğümleniyor ve seni boğduğu gibi boğuyor beni. Sanki ciğerlerime dolan hava oksijen değil de bir ateş, yakıyor ciğerlerimi. İçin için ağlıyorum. Hadi kalk, kalk da falcı deyip kızdır beni. Sana fal bakmamı iste inanma sonra, sonsuza kadar yaparım bunu şikayet de etmem hiç. Ama kendinden mahrum bırakma ne olur..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
"BROKEN" || BRIGHTWIN
FanfictionBu hikaye 1975 yılında geçmektedir. Komünist bir genç olan Bright, okullarına torpille gelen Win Metawin ile tanışır.