11

55 9 37
                                    

"GÜNAYDIN." DEDİ SEOKJIN, yüzündeki şirin tebessümle odaya girerken.

O geldiği sıralarda Weol yatağında doğrulmuş, saçlarını ensesinden bağlayıp hırkasını giyiyordu. Hastalığının üzerinden birkaç gün geçtiği için burnu artık çok akmıyordu, ateşi nadiren yükseliyordu ve durumu çok daha iyiydi, fakat yine de hâlâ yorgun ve solgundu. "Günaydın mı? Öğlen oldu."

"Evet, ama sen yeni uyandığına göre güneş az önce doğmuş oluyor."

Adamın ona dolaylı yoldan, sen benim güneşimsin, demeye çalışmasına karşın utangaç bir gülümsemeyle başını eğen Weoljoo, bir anda hızlanan kalbini görmezden gelerek yataktan kalktı.

"Haydi, gel," diyordu adam o sırada. "Sana çorba yaptım."

Terliklerini ayağına geçirip onun peşinden pıtı pıtı ilerleyerek mutfağa ulaştığında, masada duran çizgi film desenli kaseye bakıp gülümsedi Weol. Biraz önce uyandığı için az da olsa acıkmıştı, dumanı tüten bu sıcacık domates çorbasının nefis olduğunu söylemek için tadına bakmaya bile gerek yoktu zaten.

Kim Seokjin dünyanın en iyi aşçısıydı cidden.

Yalnızca bir kaşıktan sonra kadının yüzüne renk geldi. "Gordon Ramsay bunu içse alnını öperdi, biliyor musun?"

Seokjin masaya oturup dirseğini yaslarken gözlerini büyüttü. "Yok canım, o kadar mı güzel olmuş?"

Gün ışığı mutfak penceresinden içeri doğru sızıyor, üzerinde pijamalar olan kadın ile saçları ensesine doğru uzanan adamı altın tozu serpilmiş gibi aydınlatıyordu ve bahçedeki ağaçlar sonbahar rüzgarında hareket ettikçe yüzlerinin yarısına düşen ışıltılara belirsiz, titrek bir gölge düşüyordu. Dışarısı sessizdi. Trafik gürültüsünden ya da insan sesinden çok, çok uzaktalardı ve sanki yaz mevsimiymiş gibi ötüşen böceklerin ve kuşların sesi duyuluyordu.

Weol, boş kaseyi mutfak lavabosuna bırakırken tereddütle Seokjin'e baktı. "Şey, bir şey soracağım."

"Sor güzelim."

"Geçen gün kafeye bir adam geldi ya, moralin aniden düştü. Kimdi o?"

Seokjin, onun bu soruyu er ya da geç sormasını bekliyor olsa da bir anlığına duraksadı. "Önemli bir şey değildi ya o."

"Seokjin." Weol kollarını göğsünde kavuşturdu. "Bütün gün moralin bozuktu ve önemli değil diyorsun."

"Yemedin, değil mi?"

"Yemedim."

Jin bir süre konuşmadı. Herkesin dertleriyle ilgilenirdi ilgilenmesine, fakat kendi canını sıkan bir durumu insanlarla paylaşmak çok zor geliyordu. Sırtını sandalyeye yaslayıp karşısına oturan kadına baktı. Kelimeler hissettiklerini açıklamaya yetmese bile Weol'ün onu anlayacağını biliyordu.

Çünkü Weol böyleydi, onu güvende hissettirmek için herhangi bir şey yapmasına gerek yoktu.

"Eğer anlatmak istemezsen seni anlarım. Sadece, eğer seni üzen bir şey varsa bununla yalnız başına yüzleşmek zorunda değilsin Jin."

Adam mutluluktan ağlayacak gibi oldu. "Sensiz bir hiçim dediğimde bunu öylesine söylemiyorum, farkındasın değil mi?"

"Ben olmadan da muhteşemsin ama bunu tartışmayacağım."

"Peki," Seokjin sırıttı. "O gün kafeye gelen adamın ismi Kim Seokjoong. Aslına bakarsan o benim ağabeyim."

"Ailenle pek yakın değilsin galiba."

AUTUMN OUTSIDE ▬ kim seokjinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin