17

43 8 46
                                    



FRANKIE VALLI ─ CAN'T TAKE MY EYES OFF YOU





WEOL, İÇ ÇEKMEDEN DURAMIYORDU. Yine.

Seokjin o pek hoş mavi kazağının kollarını dirseklerinin yukarısına kadar sıvamış, koyu saçlarını geriye atmış (minik bir tutam ısrarla alnında kalmakta ısrar ediyordu) ve dünyanın en profesyonel aşçısı gibi el çabukluğuyla sebzeleri doğruyordu.

Weol başını büyük bir zorlukla önüne çevirip çorbayı karıştırmaya devam etti. Abyss'te sakin bir akşamdı, kafe henüz açıktı ve içeride birkaç müşteri vardı ama ikili, yemek pişer pişmez hazırlanıp akşam yemeğine yetişmek için yola çıkacaktı. Müşterilerle ilgilenmek için Jimin ile Rona (dersten başlarını kaldırdıklarında onlara iyi bir mola olabilirdi), Taehyung ve bir de Namjoon gelmişti. Jungkook o sıralar okul maçına birkaç gün kaldığı için kendini geçen haftadan beri adeta antrenman salonuna kilitlemiş, bir ara ufak bir kaza yaşayıp bileğini burkarak depresyonlara girmiş, sonra da modunu zorla toplayarak iyileşir iyileşmez antrenmanlara geri dönmüştü. Bu maç onu çok geriyordu, her halinden belliydi.

Rachel, Hoseok'un kız arkadaşı Lina ile buluşmuştu. Hoseok o gün fazla mesai yapıyordu. Yoongi ise evde, sırtında battaniye ile gezip pizzayı çatalla yiyordu. Anladınız siz.

"Senin tarifinin müşterilerin favori çorbası olması peki," dedi Seokjin, hâlâ dünyanın en seksi adamı gibi salatalık soyarken.

Weol çorbayı karıştırıken hipnoz olmuş gibi başını kaldırdı. "Ha evet."

"Bir bakalım," diye mırıldandı ve malzemeleri kimbap tabağına koydu Seokjin. Hemen sonra ellerini sildi ve kadının yanına geldi. Olması gerekenden çok daha yakınlardı şimdi. Seokjin'in bir eli tezgahın diğer ucunda, sanki kolunu Weol'ün beline sarmak üzereymiş gibi duruyordu. Weol onun ılık nefesini saçlarında hissetti.

Aman. Tanrım.

"Tuz attın mı?" Seokjin başını çevirerek gayet sakin bir şekilde yanındakine baktı. Biraz eğilerek durduğu için başları birbirine çok yakındı.

"Attım... herhalde."

Birkaç saniye geçti. Weol, "Bana yardım et!" der gibi öylece çorbaya bakıyordu. Seokjin'in gözleri ise kadının yüzünde oyalanıyordu. Weol tüm varlığıyla çorbaya odaklandığı halde, adamın bakışlarının yavaş yavaş dudaklarına indiğini hissetti.

Hayır hayır hayır. Aslında, evet! Ama hayır.

Weol istemsizce yüzünü ona çevirdi. Yüzleri aynı hizada olmadığı için çenesini biraz kaldırmıştı. Sonsuzluk gibi geçen bir saniyeden sonra, dudakları bir saliseliğine birleşti.

İşte o bir salise, içinde turuncu sonbaharın verdiği o sessiz sakin mutlulukla ağzına kadar dolu bir saliseydi. Ama çok kısa sürmüştü. Weol bir an sonra gözlerini kırpıştırdığında Seokjin belini tezgaha yaslamış, tavana bakıyordu.

Yeniden önüne baktı Weol. Hayal mi kurmuştu? Yok canım, hayal falan değildi. Gerçekten, teknik olarak, öpüşmüşlerdi az önce. Öyle filmlerdeki gibi süper kusursuz ve tutku dolu falan olmamıştı, ama sonuçta olmuştu. Ayrıca Weol, sevdiği adamın gözlerini, onun kokusunu ve dudaklarını öylece hayal etmiş olamazdı ki.

Başını çevirdi. Seokjin sanki dünyanın en ilginç şeyini görmüş gibi yukarı bakıyordu. Yanakları al al olmuştu.

Taehyung içeri girdi. "Hyung, karabiberimiz bitmiş..."

"Tavanımız bayağı güzelmiş bizim ya."

"Efendim?" Taehyung durup kaşlarını çattı. Birbirleri hariç her yere bakan ikiliyi incelerken yüzünde şaşkınlıkla karışık bir hoşnutluk belirdi. "Pekala... Ben tepsiyi şuraya bırakıyorum. Jimin sonra halleder."

AUTUMN OUTSIDE ▬ kim seokjinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin