Patikanın sonunda durup soluğumu tuttum. Her şeyin gerçek olması beni dehşete düşürüyordu. Evet, öyle olduğunu biliyordum ama bilmek ile yaşamak arasındaki uçurum beni içine çekiyordu. Gözlerimin önündeydi her şey.
Gökyüzünden yaklaşan mekiği görebiliyordum. Hızla yaklaşıyordu. Mekik yeri delerek sarsıntıya sebep olduğunda yalpaladım ve geriye sendeledim. Dengemi tekrar sağladığımda mekiğe yaklaştım. İçerideki kıza baktım. Solgun yüzü ölümün acısını taşıyordu. Zihni her ne kadar durgun olsa da yüreğindeki kederi belli ediyordu. Ailesini, karallığını ve daha da önemlisi kendisini kaybetmişti. Sonra gözlerini açtı. Mavi gözleri nerede olduğunu anlamaya çalışıyordu.
Arkamda bir yere baktı. Dönüp baktığı yere baktım. Dolunayı fark etmişti. Kim olduğunu unutsa da nereye ait olduğunu hissedebiliyordu. Ay ışığının parıldadığı göle baktım. Dev söğüt ağacının dalları arasında oynayan rüzgarı hissettim. Aynı o zamanki gibi suya dokunma isteği beni sardı. Bu sefer beni engelleyen bir şey yoktu. Yavaş adımlarla suya yaklaştım. Acele edersem biri beni alıp mekiğe sokuverecekmiş gibi hissediyordum. Usulca eğildim ve parmağımın ucuyla suya dokundum.
-Hey sen, ne yapıyorsun orada!
Arkamda yükselen sesle yerimde sıçradım ve dengemi kaybedip suya düştüm. Soğuk su yüzüme çarpıp beni kendime getirdi. Su düşündüğümden daha derindi. Bir dakika, o ses O ses düşündüğüm ses miydi? Gülümseyerek suyun yüzeyine baktım. Çıkıp yüzünü görmek istiyorum, sesini duymak ve sarılmak. İçimi sızlatan özlemin ardından ruhumu başka bir duygu sardı, korku! Suyun yüzüne çıkmaktan korkuyordum.
Bana sunacağı düşman ve yabancı bakışları görmekten korkuyorum. Belki de beni bırakıp gitse daha iyi olabilirdi. Onu bir dahaki görüşüme kadar kendimi zihnen hazırlayabilirdim. Evet, en iyisi çıkmamak olurdu. Bir süre beklerim ve sonra çıkıp eve giderim. Zaten aynı evde yaşıyoruz, bir gün önce yada sonra tanışmanın bir farkı yok.
Belimdeki parmakları hissedene kadar en iyi tercihim buydu, fakat Tobias beni yukarı çekerken tercih hakkım uçup gitti. Yüzeye çıktığımızda nabzımın parmaklarımın altında attığını hissedebiliyordum. Dudaklarına, burnuna, elmacık kemiklerine, alışkın olduğum çatık kaşlarına, kırışmış anlına ve en son da gözlerine baktım.
-Yeni çaylakların bu kadar beceriksiz olduğunu bilmiyordum.
-Ne?
-Ve aptal.
-Anlamadım?
-Yüzme bile bilmeyen bir ajanı nasıl çaylaklara yükselttiler? Ajan Fury akraban falan mı?
-Ben yüzme biliyorum.
Gözlerini kısıp yüzünü benimkine yaklaştırdı.
-Bana boğuluyor gibi görünüyordun. Utanmana gerek yok seni beceriksizliklerin sayesinde daha kısa sürede eleyebilirim. İşime gelir.
-Yüzme biliyorum diyorum.
-Tabi, tabi, inanıyorum ben sana.
Konuşurken ellerimden birini tutup omzuna götürdü.
-Sıkı tutun da bir daha dalmam gerekmesin.
-Gerçekten farklı bir dilde mi konuşuyorum?
Diğer elimi de tutup omzuna koydu.
-Cüssene bakacak olursak tek omzum sana yeter. Sanırım fiziksel olarak da yeterli değilsin.
O konuşurken boynuna sarılmamı sağladığını fark ettim. Cevap vermek için açtığım ağzım kendiliğinden kapandı. Ne düşündüğü umurumda değildi. Sadece yanımdaydı işte, ötesi var mıydı? Boynuna daha sıkı sarıldığımda güldü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ARTEMİS-2
FantasíaKaderin nasıl işlediğini bilirsiniz. Yine aynı yerdeydim ve yine birileri bir şeyleri hatırlamıyordu. Kaderin işine bak ki bu sefer hatırlamayan ben değildim. Bana doğru yürüyen Andrea'yı görmek kalbimin teklemesine sebep oldu. Canlı kanlı karşımday...