Zarafet

987 66 290
                                    

İstanbul'un sarı sokak lambası sisinin, kaygan, kirli zeminde aşağı inerken titremekten, ıslak nefesinin eşarbınızı ıslatmaktan başka yapacak bir şey olmadığı kış aylarında yeraltı treni her zaman ki gibi kalabalıktı. Sabah saat 6'da sırt çantası ve gitar çantası göğsünü sıkışıyordu. Bu kesinlikle berbat ama bir bakıma güzeldi.

Hürkan Gügen, uvuzları uykudan ağrıyordu ve parmak uçları soğuktan donmuş gibiydi. Okulun sıcağına girerken nemli sıcak ve fayans da yankılanan öğrenci sesleri yüzüne vurdu.

Öğrenci zili halen çalmamıştı, bunu bilerek sınıfına girmeden merdivenlerden aşağıya inerek kantine indi. Öğrenciler kantinin sıcak kaloriferlerine dayanmıştı.

Geniş kantin öğrenciler sayesinde yeterince iyi iş görüyordu. Hürkan, satıcıyı tatmin ederek, sıcak, siyah sıvıyla dolu bir strafor bardağı isterken minnetle gülümsedi.

"Bakıyorum da bugün değişiklik yapıyorsun? " Satıcı açıklama için devam etti. "Çay yok?"

Hürkan "Maalesef" diye söylendi ve bardağını alarak göz kırpmak için enerjisini topladı. Ardından arkasını dönerek bas bir iç çekti.

Kantinde gözlerini gezdirdi, tanıdık simalar gördüğünde adımlarını oraya çevirdi. Her zaman oturdukları yere geldiğinde ses etmeden çantasını ve gitar çantasını masanın üzerine bırakarak sandalyeye oturdu.

"Günaydın!" Uzun açık dalgalı sarıya yakın ton saçlara sahip olan arkadaşının enerjik sesinin kulağına girmesi ile yüzünü buruşturdu. "Günaydın." İsteksiz bir sesle cevapladı.

Omuzlarını yukarı kaldırdı, kalçasını da sandalyede biraz kaydırdı ellerini cebine koydu, böylelikle uyuma pozisyonuna geçti.

"Birileri iyi bir sabah geçirmiyor." Hürkan havaya üfledi, Şubat ayının sonunun ve Emre'nin neden her zaman yılın en iç karartıcı kısmı olmakta ısrar ettiğini merak etti.

"Uyuma lan piç!" Emre, Hürkan'ın omzuna vurduğu anda gözlerinin önünde Hürkan'ın çatılmış kaşlarını gördüğünde elini anında geri çekti.

"Emre sabahı senin için tekrar karanlığa çevirmemi istemiyorsan sus kardeşim."

"Hiç istemem." Emre kollarını önünde bağladı ve Sandalyeye yayıldı. "Kahveni içmeyeceksen ben içiyim mi?"

"Ananınamı Emre! Sus lan!" Hürkan yerinde doğruldu. Emre ailedeki küçük kardeş gibiydi, daima enerjik, daima bir şeyler isteyen olmadığında da küsen, herkesin aldığı herhangi bir şeyin üzerine konan biriydi. "Al zıkkımlan." Hürkan önündeki bardağı Emre'nin önüne ittirdi. Ardından yerinden doğruldu. "Ben gün boyu müzik odasında olacağım hocalara söylersiniz."

"Tamam kaptan. Öğlen ki basketbol maçını unutma." Emre elindeki kahveyi kaldırarak söyledi. "Kaan şuna bak başını belaya sokmasın."

"Bende o."

Hürkan kafasını salladı ve kantinden ayrıldı. Okulun bodruma katında upuzun koridorun sonunda müzik odasına girerek yerleşti. Güneş insanları selamlarken Hürkan gitarını çıkarttı. Odaya ilk girmişti ve umarım tek o olacaktı.

Bir süre gitarını çalarken müziğin derinliklerine daldı. Pratik yapmak, Hürkan'I başka bir boyuta götürmekte asla başarısızlığa uğratmamıştı. Daha gençken bile kaçış noktası olmuştu onun için gitar çalmak. Parmaklarına hâkimdi. Müziğin kontrolünde, sözlerin kontrolünde. Sayfadaki notlar dışında her şey uyuşuk.

Hürkan kendisini kaptırdığı için Merve'nin 3 kere kapıyı çalması gerekti. Hürkan uyarıcı sert bir çalmanın ardından derin bir okyanus dalışından çıkmış gibi uyandı. Onun ıslarlı vurma sesi kulaklarında çınladı; Bir an için başının döndüğünü hissetti, kesinti anında içgüdüsel olarak şaşırttı.

Hit & Run - PorgolaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin