Yorgun bir şekilde evin kapısına dayanarak kapıyı açıp içeri girdim. Yavaşca kapıyı kapatıp elimdeki market poşetlerini mutfağa bırakarak, mutfağın ışığını açmadan balkonun yolunu tuttum ve cebimdeki tabakadan bir dal sigara çıkardım. Sigarayı ağzıma götürüp yakmadan önce gökyüzüne bakıp günün derinliğine daldım.Ani bir refleks ile irkildim. Sebebini görünce içime bir rahatlama geldi ve küçük kedim Fındık olduğunu fark edip, yanıma çağırdım. Onu severken sigaramı yakmadığımı farkedip, bir kibrit çöpünü ateşe vererek sigaramı yaktım.
Etraf olduğundan fazla sessiz, ay hiç olmadığı kadar aydınlık, kedim de diğer günlere nazaran daha uysal ve sevgi beklemekteydi. Bu gece bir şey var veya olacak, belki olmuştur belki de olmamıştır. Tam olarak kestirmek mümkün değil.
Neyi?
Bilmiyorum.
Nasıl?
Bilmiyorum işte.
Biliyorsun.
Hayır, bilmiyorum.
Yalancının teksin, yamyam pislik.
Değilim.
Kim demiş olmadığını?
Ben diyorum.
Kime?
Sana.
Ben kimim?
Sensin işte.
Ben, senim salak.
İmkansız.
Neden olmasın?
Olmaz.
Etrafına bak.
Baktım.
Kim var etrafında?
Kedim.
Kedinden başka salak.
Sen... Siktir!
Ses ver, neredesin? Hey! Gitti. Ben olamam. Sesler çok netti, duydum. Sakin, biraz daha sakin.Elimdeki sigara parmağımı yakınca irkildim, içim geçmiş olmalı balkondaki koltukta. Bir sigara daha yakıp, içtim. Daha sonra mutfağa geçerek, bir bardak su doldurup yatak odama doğru yürürken bir rahatlama geldi ve yatak odasına geçip çalışma masasının üzerine bardağı bırakarak geceliklerimi giydim. Büyük kedim(Balım) de yatağın üzerine uzanmış beni bekliyordu. Küçük kedim(Fındık) balkonda olmayışımı anlayınca koşturarak yatak odasına gelip, yatağa atladı. Karanlık odada her şeyi görüyor edasıyla yatağı önüne küçük adımlarla ilerleyerek ulaştığımda battaniyeyi kaldırıp içine girdim. Kedilerim de battaniyenin üzerinde kendilerince yerini yapıp uzandılar.
Yorgundum. Bir o kadar da dolu. İçim acıyor, bir kanser gibi içime yayılan fikirler, beni durmadan çıkmaz sokaklara sürükleyip duruyordu. Bitmek bilmeyen tahminler, milyonlarca kez hesaplanmış olasılıklar, istenen veya istenmeyen her durum. İçerlenmiş düşünceler dağında soğuktan üşüyen bir ben. Ne de görmediğim milyarlarca insan arasındaki o başıboş, ne istediğini bildiğini sanan, çaresiz ve bir o kadar da ukala bir kadın.
Değer miydi bilmiyorum. Bu sahte fikirlerin içinde boğulmaya. Kaybedecek zaman yok. Bir cinayetin kurbanı olması gerekiyor. Belki de bir tacavüzün. Daha tam olarak karar verebilmiş değilim. Gözümde ve üşüyen gönlümden düşüp gitmesi için ne yapılabilirse hepsini sonuna kadar yapabilirim.
Nefret malesef ki sevdanın mevki beklediği bir kıdemdir. Bu konuma erişmek için en önemlisi sevmek ve daha çok sevmek. En sonunda her kedi gibi yiyemeyeceği ciğere pisleyecek raddeye yani o çirkin, yüzsüz mevkinin koltuğuna oturmaya. Nefret öyle bir şeydir ki sevginin yapamayacağı her şeyi yapabilir. Bir annenin çocuğu için yapabileceği şeylerin belki de bin katını. İyi ya da kötü nefretin bir yönü yoktur. Ne yapacağı, nasıl yapacağını kestirmek mümkün değil. Evet, düşünmek, nefretin tek taraflı olduğu bir çıkmazın tanrısıdır. Onun, kendinden başka dinleyicisi, sözcüsü veya katlanıcısı yoktur. O tektir ama çoktur. Yoktur ama vardır. Görülmez ama duyulur. O tüm duyguların azmettiricisi nefretten başkası değildir.
Korkudan titriyorum, ya yapamazsam! Ya kıyamazsam ona! Neler olabileceğini tahmin bile edemiyorum. Hiç bir şey olmamışken dahi terliyorum, o kadar çok terliyorum ki vucudumundaki her uzunun ıslandığını fark edebiliyorum. Yanlış ya da doğru, bir şey yapılması gerekiyor ve yapacağımı biliyorum. Çünkü bu illet bir kere sardımı ruhunu hiç bir bağımlılığın bu kadar tesirli olmayacağını anlayacaksın. Ya bağrıma bir taş koyarak ölümü sancılar içinde bekleyecektim ya da olması için bir caba sarf etmeliydim.
Kararımı verip işe koyuldum. Bekleyecek bir saniyem dahi yoktu. Hemen olup bitmesi gerekiyordu. Yoksa başka türlü bu ızdırabım sonlanmayacaktı. Yıllar hissi verecek, saniyeler başlamak üzereydi.
Ne yaptın sen?
Ne mi yaptım?
Evet, ne yaptın?
Olması gerekeni.
Bu mu olması gereken?
Evet, bu.
Nasıl bu kadar yüzsüz olabilirsin?
Saçmalıyorsun!
"Saçmalıyorsun." diyor bana. Aptal adam!
(Kahkalarlar) Seni tanıyorum...
Beni mi tanıyorsun? (kahkahalar)
Evet, tanıyorum.
Nereden tanıyorsun?
Kendimden.
Kendinden mi?
Evet, sen bensin. Boktan kişiliklerimden birisin.
(kahkahalar) Evet, doğrusu bunu anlayabilecek kapasiten olduğunu düşünmemiştim.
Her şeyin ötesinde bir kozum var.
Bunu yapmazsın.
Yaparım ve yapacağım.
O potansiyele sahip değilsin. Yıllardır fark edemedin beni, şimdi mi yapacaksın.
Evet, şimdi.
(Kahkahalar) Beceremeyeğinin farkında bile değilsin...İçimden bir ses çok zorlu bir yolda olduğumu ve büyük kayıplar vereceğim söylüyor. Her şeye rağmen sonu ne olursa olsun köklü bir mücadele veremezsem eğer kendi sonumu getirebilirim. Hayallerim, hedeflerim, yaşantım, kedilerim ve onlar için yaşayacağım bir müddetlik ömrün bile sonu gelebilir. Gereken ne varsa yanımda. Gücümü topladım. Gelecek mücadelemin ilk tohumlarını attım. Yolumu yarıladım, onu bulmam an meselesi...
...
Gördüm, gördüm. Yüz metre kadar önümde. Yüzünü, saçlarını az da olsa seçebiliyorum. Hava soğuk, işe başlamalı ve onunla mücadele ederek kendimi ısıtmalıyım. Karanlık bir araya benzer bir boşluktayız. Ona doğru koştum. Beni fark etmesiyle onu yakalamam bir oldu. Eğer daha erken fark edebilseydi elimden kaçırabilirdim. Etraf normalden çok daha karanlık. Gözüm sadece onu seçebiliyor. İki elini arkasına sıkıştırıp bir yere dayamak istedim ancak etraf çok karanlık olduğu için boşluğa gelip düştük. Düşüşümüz biraz orantısız olsa gerek ki kolunun çıdırtısını duydum. İçim geçti, onun da geçmiş olması lazım ki acıdan inlemeye başladı. Görünce kıyamaz hale geliyordum. Duyunca kanım çekiliyordu.
Telefonumu çıkarıp kulaklıklarımı taktım. Müzik listesinden ilk şarkıyı açıp kemerime sıkıştırdığım sopayı çıkardım. Lp'nin "Lost on you" şarkısı çalıyordu. Ağlamaklı oldum ona bakarken. Yalvarmasını beklerken yapmadı. Acı içinde kıvranırken bile yalvarmadı. Onu bir kurban olarak değil artık bir rakip olarak görüyordum. Dayanmak için gözlerimi kapatıp elimdeki sopa ile gözlerimin açık olduğu anda durduğu yere doğru düzensiz bir şekilde var gücümle vurmaya başladım. Korkuyordum gözlerimi açmaya ama hala devam ediyordum vurmaya. O kadar sert ve canice vuruyordum ki yüzümde sıcak nemli bir ıslaklığın oluştuğunu fark etmem baya uzun sürdü. Ne olduğu tahmin etmek yerine sol ön cebimdeki bıcağı çıkararak ucunu açtım. Yavaşca sopayı bırakarak yere eğildim. Yeri yokladım ve tenini hissettim. Pürüzsüz bağacığını fark ettim ama yoğun bir ıslaklık vardı üzerinde. Durmadım, gözlerim kapalı gögsünü aramaya başladım. Ölmüş olmasından emin olmalıydım. Göğsünü buldum ama onun mu değil mi bilemiyorum. Ona daha önce hiç dokunmamıştım. İllaki odur diyerek bıçağı kalbine saplamak için kaldırdım. Bir an...
(İnleme)Dur yapma...!
Ne? Olamaz, müzik bitmiş olamaz. Duymamalıydım.
Dur! Yapma lütfen.
Hayır, duramam artık bitirmeliyim.
Peki, neden bunu bana yapıyorsun?
Bu bana soruyor musun hala?
Evet. (inleme)
Bunu öğrenemeyeceksin.
Neden? (inleme)
(Gözlerini açar)Çünkü, sen bensin....
Elimdeki bıcağı kalbinin derinliklerine doğru geçirdiğimdeki rahatlamayı dünyadaki hiç bir haz vermemişti.Şarkı çalmıyordu. Gözlerim artık kapalı değildi. Her şeyi görebiliyordum. Hiç bir polis beni tutuklamak istemez. Hiç bir hapishane beni yatırmak istemez. Ben gönül boşluğuna hapsolan bir mahkumdum. Kendi özgürlüğüm için öldürdüm. Yine olsa o rahatlama için yine yaparım. Ömrümü pişmanlıklar üzerine kuramam. Yapmam gerekiyorsa, her şeyi yaparım. Öldürdüm, canice, bir katil gibi, bir yamyam gibi, leş yiyen bir akbaba gibi üzerine düşüp etini parçalayarak kanını içtim. Ben, beni. Benden olanı, içimdeki şeytanı öldürdüm. Tek bir yanlışım vardı, oda bunca yıl içimde saklanan sapkın düşünceleri barındıran benliğimi görmeyişimdi.
Gözlerimi açtım, yataktan doğruldum terler içinde etrafıma baktım. Terliklerimi giyip, mutfak balkona doğru giderek bir sigara yaktım. Düşüncelerimin verdiği acıyı dindirmek için derin derin sigaradan nefes alıp güneşin doğmasını beklemeye karar verdim...
...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kör Ve Sağır
RandomHiç bir şey aslında anlatıldığı gibi basit değildir. Her şeyin aslında birden çok alt metni olduğu gibi bu alt metinlerin fazlasıyla görülmeye ve hissedilmeye değer yanlarını anlamak ve empati kurarak yaşamak, okumak kadar muhimdir. Her olay başlar...