Bir kış akşamı eve doğru gitmek üzere iken kedilerime ödül maması almak için markete girdim. Markete girdiğimde gözüme ilişen; benden birkaç santim uzun, açık kahve düz saçları, atkısıyla yuvarlak yüzünü örtmeye çalışırken arasına karışmış, kışın soğuğu ile uyumlu salaş giyimi, capcanlı, yoğun enerjili bala çalan gözleri, beni ona çekmeye yetiyordu. Yaratanın yoğun uğraş verdiği o kadar belliydi ki yaşamın sonunu getirmek için doğmuş olmalıydı. Ne için geldiğimi hatırlayıp, reyona doğru ilerleyip alışverişimi yaparken, bir süre sonra biri dibime dibime kadar girerek:
- Merhaba. Hava çok soğuk değil mi?
- Hmm. Evet, baya soğuk... (Tesadüfün böylesi)
- Bu mamalara ulaşıyor olmamız çok iyi eğer ulaşıyor olmasaydık bir sürü sokak hayvanının karnını doyuracak olamazdık.
- Evet, kesinlikle... (Nasıl olur, o kadın!)
- Siz de baya yüklü alıyorsunuz, demek bir çok canlıya babalık ediyorsunuz.
- Evet, yani hayır, aslında evet ama hayır da. Çünkü toplu almamın nedeni pek fazla markete uğrayamadığım için stok yapmam. Ama bulunduğum sitedeki kedileri her gün bir defa besliyorum, soğuktan donmadan barınmaları için de bir kulübemiz var. Hepsine yetemiyorum ama elimden geldiğince bakmaya çalışıyorum.
- Bu mükemmel bir olay. Aslına bakarsanız reyona gelirken sizden bu iyimser tavrı sezmiştim. Pek az insan bu reyondan alışveriş için market yolunu tutuyor. Sanırım siz içeri girdiğinizden beri bu reyondasınız.
-Evet, haklısınız. İstediğim ürünler marketin yalnızca bu reyonunda buluyor.
-... (kahkahalar)Konuşmamız bir süre daha devam etti. Yalnızdı, yanında biri yoktu. Sanırsın evden çıkıp elini kolu sallayarak buranın yolunu tutmuş. Öyleydi de. Sohbetin derinliği artıkca vakit buz olup avuçta eriyordu. Basit bir mekan, tasarruflu kullanılması gereken az bir zaman. Marketin kapanmasına kısaca bir zaman kalmıştı. Çıkmamız gerekiyordu. Enerjimiz o kadar uyuşmuştu ki, birbirini yıllarca görmeyen iki dost gibi biriken anıları, sırları varmış gibiydik. Çoşkulu heyecanlı bir o kadar da ürkektik.
Alışverişi tamamladık ve poşetlerle kapıdan çıkarak arabaya doğru yürüdük. Saatin geç olduğunu, evine bırakabileceğimi ve bu durumdan onur duyacağımı dile getirdim. Yolumu değiştirmemi istemese de bu duruma sıcak baktı. Kısık müzik eşliğinde sohbet ederek onu evine kadar getirdim. Eşyalarını taşıması için kapıya kadar yardım edip gidecekken beklememi, bana bir kahvelik misafir olmamı, ağırlanmamın onu sevindireceğini ve bu saatte ona yardım ettiğim için üstündeki mahcupluğu gidereceğini söyledi. Vakit geçti pek sıcak bakmasamda ikna etmeyi başardı.
Poşetlerin bir kısmını hole bırakarak, kahve yapmaya mutfağa gitti. O sıra ben de içeriye girip kapıyı kapattım. İçeriden seslenip: "Oturma odasına geçmelisin, oradaki koltuklarda daha rahat edebilirsin." dedi. Mobilyaları, tabloları, dekoratif eşyaları birbiri ile muazzam bir uyum içerindeydi.
Bej rengi duvarlara siyah çerçeveli insan-hayvan figürlü tablolar...Bir dakika evde bir şeyler eksik.
Hey, orada mısın? Ses yok!
Ne oluyor yahu... Ayağı kalkıp, mutfağın yolunu tutmaya başladım. Yavaşca ilerledim ve mutfağa yetişip, kapının ucundan baktım. Kimse yok. Beslediğini söyledi kedilerden biri gelir ümidiyle "pisi pisi" demeye başladım. Kimse yok. Ses yok. Geri dönünce gözlerim kararmaya başladı. Buz kesildim, başım ağrısından beynimi ezmek istedim. Saniyeler; saatlere, günlere dönüştü. Gördüğüm her nesne tuhaf gelmeye başlamıştı.Hatırlamak için kendimle istişare etmeye başladım. Gördüğüm kadın oydu. Reyon da yanıma gelen, beni soran, benimle konuşan kadın. Evet, oydu. Saçları, gözleri, dudakları her şeyi hoşuma giden oydu. Bahsettiği kedi nerede? O kadar mamayı kime aldı? Ne için?
Yorgunum, kahroldum. Sanırım ölmek üzereyim. Kanım çekildi. İliklerime kadar soğuk işlemekte. Donmaktayım. Buralarda bir battaniye olmalı, üzerime örtmeli, soğuğu hissetmemeliyim. Gözlerim kararmaya başladı. Çığlıklar atmaya başladım. Sesim duyulmuyordu. Gözlerime perde indi sanırım. Aldatılmış hissediyordum. Üzgün ve gözlerim yaşlıydı. Kendimi bırakmayı düşündüm ama direnmekten de vazgeçmiyordum.
Olamaz; kedilerim, kedilerim! Gözlerim ufaktan açılmaya başladı. Etrafı tam seçemesem de evet, görüyorum. Sesim evet, sesim kesilmemiş. Üşüyorum ama! Karanlık ama görüyorum. Odamdayım. Kedilerim yanımda. Benimle. Soluk soluğa, titreyerek elimi yastığın altına koyup telefonu çıkardım. Saat 04.22. Uyanmıştım. Evet, güzelinden bir kabus. Sadece bir rüya. Kısmen yaşanmış bir kabus. Etkisi kısa sürdüğü söylenemez. Aklımın ucuna geldiği her an koltuk altım kasılıyor. Neredeyim? Burası neresi? Etraflıca çevreme bakıp, yaşamın gerçekliğini sorgulamaktan kendimi alamıyorum.
Acaba bir rüyada olamaz mıyız? Her şey kanlı canlı gerçek mi? Ölümün uyanış olduğunu söylerler. Biz her gün ölüp de dirmiyor muyuz? Biz kimiz? Sınav dedikleri hangi vicdanın ürünü? Bir rüya ya da gerçek fark eder mi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kör Ve Sağır
RandomHiç bir şey aslında anlatıldığı gibi basit değildir. Her şeyin aslında birden çok alt metni olduğu gibi bu alt metinlerin fazlasıyla görülmeye ve hissedilmeye değer yanlarını anlamak ve empati kurarak yaşamak, okumak kadar muhimdir. Her olay başlar...