18

55 6 4
                                    


O kapı açıldığında çekip gitmesini ya da oturup ağlamasını bekliyordum. Kapıyı kapamasını asla beklemeyerek dökmüştüm gözyaşlarımı. Demek ki Jungwoo'yu bu kadar üzdüm diye düşündüm içten içe. Kendimden daha çok nefret ettim. Ve... O kapıyı açması için içime içime yalvardım. Beni görmeden önce saliselik gördüğüm gülen gözlerini tekrar görmek için, birbirimize sarılmak için, hiçbir şey olmamış gibi devam etmek için...

Eve dönüş yolumda, sokaklarda kaybolduğum bilmem kaçıncı saatte inanılmaz bir sağanak bastırmıştı. Koşmaya ya da bir yere sığınmaya mecalim yoktu. Bir tane teyze evinin penceresinden bana bağırarak yanına çağırıp üzülerek şemsiyesini vermese belki de hastalıktan kırılacak hale gelecektim. Minik şemsiye ile yürüdüğüm yolları geri dönmeye devam ettim. Attığım her adım bana geri dönmem için yalvarıyordu. Onları dinlememek için büyük bir savaş veriyordum içimde. Yaptığımın ne kadar aptalca olduğunu biliyordum ama yapmıştım işte. Atlatmasına bile izin vermeden çıkmıştım karşısına. Onu kelimesiz ve tepkisiz bırakmıştım. Küçük bir kız çocuğu gibi bana acımasını beklemiştim.

Elbisemden akan yağmur damlaları ile eve girdim. Ev karanlıktı. Hala masadaki şarap bardaklarını ve şişeleri toplamamıştım. Yediğimiz içtiğimiz her şey öylece duruyordu. Ben ise gözlerimi güzel anlardan kötü anlara çeviren o kısmı unutamıyordum. Defalarca canlanıyordu beynimde. Defalarca canım yanıyordu. Öylece duruyordum kapının önünde. Gözlerim bir köşeden diğer köşeye kayıyordu salonun içinde. İyi anılar görmek istiyordum ama aklım hep en kötüsündeydi.

Arkamdan hızlı bir anahtar ve kapı açma sesi geldi. Hyerin olduğuna emindim. Jungwoo'nun telefonunda sesini duymuştum. Hyerin hızla kapıyı açtı. Ayakkabılarını çıkarıp salonun ve odamın bütün ışıklarını yaktı. Beni yüzleşmek istemediğim her şeyle yüz yüze getirdi.

'Nabi!! Off neden yaptın bunu? Gel buraya.'

Sesi ağlamaklı çıkıyordu. Beni odama doğru sürükledi ve yatağıma oturtup ıslak kıyafetlerimi çıkarttı. Kenardaki çekmeceden aldığı havluyla saçlarımı ve vücudumu kurulamaya çalıştı.

'Cidden inanamıyorum sana. Neden beklemiyorsun anlamıyorum ki... Bekle dedim sana aptal mısın sen?? Offf...'

Hyerin sinirli değildi. Ağlıyordu. Gözyaşlarını göremezdim ama ağladığını biliyordum.

'Hyerin.'

Yıllardır konuşmuyormuş gibi çıkan boğuk sesim bütün evde yankılanmış gibiydi. Kendi sesimi duymak bile canımı yakıyordu.

'Efendim.'

Ağlamaya başladım. Tutmaya mecalim yoktu. Hyerin'in de öyle.

'Ben... Ben sadece...'

Hıçkırıklara boğularak cümle kurmaya çalışıyordum. Bu Hyerin'i daha kötü yapıyordu. Arkasını dönüp bana bakmaktan vazgeçti.

'Hyerin ben sadece... Yaptığım aptallığın farkındayım. Ama...'

Patladığım nokta gelmişti. Dudaklarımdan çıkan kelimelerle son nefesimi veriyor gibiydim.

'Jungwoo'yu çok özlüyorum. Ölecek gibiyim.'

Hyerin, titreyen omuzlarını fark edince ağlamasını saklamaktan vazgeçerek bana dönüp sarıldı. Bense susmuyordum. Onu özlemeyi hak etmiyordum. Belki de yıllarca büyüttüğü, gözü gibi baktığı, uğruna şehirler dolaştığı aşkını da hak etmiyordum.

'İnanılmaz büyük bir aptallık yaptım ve düzeltmek için yapabileceğim hiçbir şey yok. Bana kırılan herkes o kadar haklı ki hiçbirine 'Dur, gitme, beni dinle.' diyemedim. Aslında kimseyi kırmamak için sessiz kalmak istemiştim. Salağın önde gideniyim.'

maybe one day | jungwooHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin