İnsanlar nasıl bu kadar acımasız olabilirdi? Saygı ve sevgi bu kadar kolay kaybedilebilecek bir şey miydi? Nefret nasıl bu duygulardan daha baskın olabiliyordu? En önemlisi de bir insandan nasıl bu kadar körü körüne nefret edilebilirdi?Twitterda bana atılan tweetlere her baktığım gün kendimi sonsuz bir nefret çukurunun içindeymiş gibi hissediyordum. O kadar bel altı ve iğrenç imalı tweetler vardı ki okurken insanın kriz geçirmemesi için hiçbir sebep yoktu.
Dolan gözlerimle telefon ekranını net göremiyordum. Çenemi sıkarak derin bir nefes aldım sakinleşmeyi ümit ederek. Kimse yaşadığım şeyler hakkında bir halt bilmezken nasıl böyle zalimce yorumlar yapabiliyorlardı?
Telefonu kanepenin diğer bir köşesine fırlatarak yanımda duran Ponçiği sevmeye başladım. Barışın hayrının dokunduğu tek konu bu iki sevimli kediyi sahiplenmem olabilirdi. Onun dışında geçirdiğim zaman için kendime bile kızdığım zamanlar oluyordu. Nasıl bu kadar aptal olabilirdim, nasıl ona güvenebilirdim kendime bunu nasıl yapmıştım aklım almıyordu.
Barışla ayrıldığımızı belirten story atmıştım. Bu kadar sabretmem mucizeydi. Barış ve menajer baskısıyla 1 aydır kimseye ses etmediğim bir konuydu. Kitabı çıkacağı için ayrılmamızın kitabında olacağı başarıya gölge düşüreceklerini söylemişlerdi. Buna ses çıkarmamak benim için oldukça zor geçmişti. Birkaç röportajda birbirimizi nasıl sevdiğimizi, kimsenin bizi ayıramayacağından bahsetmişti. Oysa ki ayrıydık. Benim hakkımda konuşması bile mide bulandırıcıydı. Sesine ve görüntüsüne tahammül edemediğim bir insan haline gelmişti. Röportajlar yetmezmiş gibi her gün araması, evimin önüne gelmesi ve af dilemesi bardağı taşıran son damlaydı. Artık bu eziyeti kendime çektirmeyecektim. Ne olursa olsundu.
Çalan telefon sesiyle irkilerek ekrana baktım. Arayan şaşırtmamıştı. Aramayı reddedip Barış'ın numarasını engelledim. Tolga'nın da arayacağını tahmin ettiğimden onun da numarasını engelledim.
-
"Aşkımın içiiiiiiii!"
Aras'ın bana doğru koşarak gelmesiyle bugün yüzümde oluşan tek gerçek gülümsemeyle birlikte ona sarıldım. Yanaklarıma sulu öpücükler kondururken sesli bir kahkaha attım. Çocuklarla vakit geçirmek bana iyi geliyordu. Saf ve temizlerdi.
"Bak sana ne aldııık." Aldık mı? Bir saniye.
Kafamı kaldırıp karşıma baktığımda eski Survivor yarışmacısı ve şu anki set arkadaşım Ogeday ile karşılaştım. Yüzünde çarpık bir gülümseme vardı. Set kıyafetlerini üstünden çıkarmıştı, muhtemelen sahnesi bitmişti. Altında ilk tanıştığımızda olan Marvel'lı eşoftman takımı olması beni gülümsetmişti. O gün bu pantolon için delirmiştim neredeyse. Uzun bir sohbete dalmıştık ardından, oldukça ortak noktamızın olması şaşırtmıştı. 2017'de onu desteklediğimi bilmeseniz de olur.
Gülümsemesine karşılık verirken gözüm elindeki poşete takıldı.
"Hiç gerek yoktu ama şuan çok mahcup oldum."
"Hiç mahcup olmana gerek yok aşkımın içi. Bugün biraz üzgün gözüküyordun hiç gülmedin. Mutlu ol diye düşündük, değil mi Ogeday abi?"
Ogeday kafasını onaylarcasına sallayarak Aras'ı onayladığında, Aras'ın yanağına sulu bir öpücük bıraktım.
"Görür görmez aklımıza sen geldin, almamazlık yapamazdık."
Uzattığı poşeti elinden aldığımda telefonumun zil sesiyle sesli bir şekilde nefes verdim. Arayan Ufuk'tu. Sette olduğumu biliyordu, acil bir şey olmasa aramazdı. Aras'ın yanağına tekrar bir öpücük bırakıp kucağımdan indirdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
japon // ognis
Romancethis is our place, we make the rules and there's a dazzling haze and mysterious way about you dear have I known you twenty seconds or twenty years?