"Dünyanın en güzel kadını
ilk önce bir ses
sihir gibi narin ve zarif
papatya kokulu
okyanus gibi derin...
Bir meleğin sesi...
-Oysa hiç melek görmemiştim
peki nasıl anladım onun bir meleğin sesi olduğunu?-
bu bir gizem...
gökyüzü, puslu bir nehir gibi yaslanmış gözlerine
elleri öpülmek için yaratılmış
kızılcık içer çay yerine de
kısmaz güneşi dehlizlerde..
her sabah umuda fısıldar aşkını
her gece yıldız olur avuçları
yarınlara yaralarıyla mesih olur
sen çok yaşa
dünyanın en güzel kadını...
annem...
biliyorum sen varsın diye doğuyor güneş
sensiz her yer cehennem..."
ACI
Hastalığı boyunca odasına ikide bir girip çıkmıştım. Yanında fazla duramıyordum, ona baktıkça nefes alamıyor gibi oluyordum. Onun acı çekiyor olması yüreğimi paramparça ediyordu.
Hastanedeki bilmem kaçıncı günü hastalığı daha da ağırlaştı. Hep kendini kaybetmiş gibi oluyordu. İri gözlerini tavana dikiyor ve bazen saatlerce yanı başındaki biriyle konuşuyordu. Konuşuyordu ama anlaşılmıyordu cümleleri. Kelimelerden çok hırıltı çıkıyordu çatlak dudakları arasından. Hırıltılı sesi mezara benzeyen bu küçük hastane odasında duvarlara çarparak yankılanıyordu.
Tarifi imkânsız acılar çektiği her halinden belliydi. Hele o inlemeleri ruhumu delik deşik ediyordu. Ondan önce ben ölmeyi isterdim. Çok dua ettim : "Rabbim, benim ömrümü al ona ver, onun acılarını, hastalığını bana ver. Onun yerine beni al..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Huzursuz Yürekler Ülkesi
RomanceSiz beni tanımazsınız ama ben sizi tanıyorum. En çok güvendikleriniz tarafından yaralandığınızı, en çok sevdikleriniz tarafından kırıldığınızı biliyorum. Ne yediğinizi ne içtiğinizi, neyi sevdiğinizi neleri sevmediğinizi, hayallerinizi, beklentileri...