Morgun kapısının önüne oturmuş, sanki bütün dünyanın yükü sırtındaymışçasına başını ellerinin arasına almış, ölümün etrafını sardığı sessizliğin içinde ağlamaktan yanan gözlerini sanki bir rüyadan uyanmak istiyormuş gibi açıp kapatıyordu. Neydi bu, göğsünü bir bıçak kesiği gibi yakan bu acı gerçek miydi? Nefes alıp vermekte zorlanıyordu artık, içine çektiği her nefeste göğsündeki bıçak daha da derine giriyor, acısı katlanarak artıyordu. Artık bütün vücudu titremeye başlamış, kafasını dizlerine koyup kollarıyla kendini sarmış ve dış dünya ile bütün iletişimini kesmişti o an. Uyanmak, sadece uyanmak istiyordu bu korkunç rüyadan. Tam o sırada kolunda ince bir sızı hissetti, başını hafifçe kaldırıp gözünün ucuyla koluna baktığında kolundan süzülen kan damlalarını gördü. Serumun iğnesi kolundaki damarı parçalamıştı. İşte o an her şeyin uyanmaya çalıştığı bir kabus değil de gerçek olduğunu anladı. Önlerine atlayan köpeği, arabanın bir anda yoldan çıkıp taklalar atarak şarampole yuvarlanışını birer birer hatırladı. Bağırmak, haykırmak, zamanı geri almak istiyordu ama bağırmak istediğinde nedense bir türlü sesi çıkmıyordu. Üzerindeki ağırlık giderek artıyor adeta altında eziliyordu. Koridordan gelen ayak seslerini duyduğunda başını seslerin geldiği yöne doğru çevirdi.
Ağıtlar yakıp dövünerek gelen bu insanlar, Nurcan Hanım, Aysel ve Ahmet'ten başkası değildi. Ne yapacaktı şimdi, ne söyleyecekti onlara.. Nurcan Hanım hemen önüne dizlerinin üzerine çöküp çantasından çıkardığı mendille yüzündeki kanları silmeye başladı. Titreyen elleriyle kanları silerken gözlerinden yaşlar süzülüyordu ama susuyor, tek bir kelime dahi etmiyordu.
Sessizliklerini Aysel'in çığlıkları bozdu. Morga girmek onu son bir defa görmek istiyor fakat görevli onu içeri almıyordu. Aysel çaresizce abisi Ahmet'e baktı.
" Abi ne olur son bir kez.." dedi.
Kardeşinin yalvaran çaresiz bakışları karşısında daha fazla dayanamayan Ahmet, alkollü oluşunun da etkisiyle görevliyi sertçe itip kapıyı açtı ve morga girdi. Hemen arkasından Aysel de içeri girdi.Sedyenin başında Ahmet ve Aysel birbirlerine bakıyor sanki ikisi de açacak cesaretleri yokmuş gibi birbirlerinden ilk adımı atmalarını bekliyorlardı. Ahmet daha fazla dayanamayıp örtüyü yavaşça açtı. Aysel gördükleri karşısında yıkıldı ve o an bütün gücünü kaybedip yere yığıldı.
Ahmet o an koşup kardeşini kaldıracak gücü bulamadı kendisinde. Sanki ayakları olduğu yere çakılıp kalmıştı. Kulakları uğulduyor, hiçbir şey duymuyordu artık. Boğazına sarılan elleri hissettiğinde hiç kıpırdamadan öylece durdu. Nefesinin kesilmesiyle zar zor çıkan sesiyle " Babamm, babammm.." diye inledi.
Akın ellerinde babasının henüz kurumamış kanı ile abisinin boğazını sıkmaya devam etti ve Ahmet'in kafasını sedyeye çevirdi. Hafifçe abisinin kulağına yaklaşarak, "Bak, iyi bak lan, eserine iyi bak!" dedi Akın.
O an çok fazla şey söylemek geçiyordu içinden Akın'ın ama nedense sadece geri çekilip dizlerinin üstüne çökmekle yetindi. Ne konuşacak gücü kalmıştı ne de ayakta duracak mecali. Ahmet, babasının gözlerinin iyi görmediğini gayet iyi biliyordu ama her zamanki umursamazlığıyla kırılan gözlüğü de tamir ettirmeyi ihmal etmişti. Abisi, o gün arkadaşlarıyla gitmek yerine babasının yanında kalsaydı eğer babası arabayı sürmek zorunda kalmayacaktı ve belki de bunlar hiç yaşanmamış olacaktı.
Nurcan Hanım titreyen elleriyle kocasının yüzünü örttü ve yavaşça Aysel'i kollarından kavrayıp kaldırdı. Aysel hıçkıra hıçkıra ağlıyor, az önce babasının parçalanmış yüzünü görmenin şokunu atlatamadığı için konuşamıyordu. Nurcan Hanım, kızının koluna girdi ve ağır adımlarla morgdan çıktılar. Ahmet bütün çaresizliğiyle dizlerinin üzerine çöken Akın'ı kaldırmaya yeltendi fakat Akın abisinin ellerini itip ayağa kalktı ve hızlı adımlarla morgdan çıktı. Ahmet son kez babasının yattığı sedyeye dönüp baktı ve gözlerinden süzülen iki damla yaşı elinin tersiyle silip başı yerde ağır adımlarla oradan çıktı.
Yıllarca ailesi için çalışan, evlatları düzgün birer insan olsunlar diye uğraşan, çevresinde iyi niyeti ve yardımseverliği ile bilinen Nadir Bey, şimdi o bütün kalabalıklardan uzakta, soğuk bir morg odasında, eski bir sedyenin üzerinde yapayalnız uzanıyordu. Yılların, yüzünde meydana getirdiği çizgiler, o kazada birer birer silinmiş, sırtına yüklenip onu küçücük bırakan yükler, üstünden kalkmışçasına sedyenin üzerinde adeta uzayıp kocaman bir adam olmuştu Nadir Bey. "Elveda!" diyordu Nadir Bey, "Elveda!". 25 yıllık eşi Nurcan Hanım'a, eve barka sığmayan oğlu Ahmet'e, gözünden bile sakındığı biricik kızı Aysel'e, ve az önce kollarında son nefesini verdiği sevgili oğlu Akın'a veda ediyordu morg görevlisi üzerindeki çarşafı düzeltip kapıyı kapattığında. İşte bu, Nadir Bey'in 56 yıllık var oluş mücadelesinin son sahnesiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SENDELE
ActionAkın, isteksiz adımlarla yavaş yavaş kapıya doğru giderken, ' Ne var amınakoyim!' dedi ve Hasan'la Mert'i iki yana iterek ortalarından geçip başını kaldırıp içeri baktığında karşısında kocaman karanlık bir salonun ortasında koşan, kum torbalarıyla ç...