İçeriden yükselen sesler, taa koridorun başından duyuluyordu. Kapıyı çalmadan içeri dalan adam, Hoca'nın üzerine yürüyen uzunca boylu, yapılı genci gördüğünde sanki bağrışmaları hiç duymamış gibi, "Oğlum, burada olduğunu söylediler. Yanlış bir zamanda gelmedim değil mi?" diyerek hızlıca aralarına girdi bu anlam veremediği gerilimi bitirmek adına.
Mehmet Hoca, "Baba, ne işin var burada?" dedi şaşkın bir ifadeyle.
Babası "E anahtarlarını unutmuşsun oğlum yine. Yanlış bir zamanda geldim herhalde, ben en iyisi dışarıda bekleyeyim." dedi gözleriyle dışarıyı işaret ederek.
Mehmet Hoca, "Yok baba, olur mu öyle şey, geç otur şöyle." deyip sandalyeyi gösterdi ve çocuklara bakıp, "Siz çıkabilirsiniz gençler, sonra devam ederiz." dedi. Keskin bakışları bu iş henüz bitmedi der gibiydi.
Mert ve Hasan, sanki anlaşmışçasına aynı anda Akın'ın kolundan tutup çektiler ve Mert, "Hadi gidelim keke!" dedi. Akın'ı da alıp odayı terk ettiler.
Mehmet Hoca, kapı kapanır kapanmaz, "Ee kahve söylüyorum o zaman." dedi babasına gülümseyerek.
Akın, az önce Mehmet Hoca'nın ona söylediklerinin etkisiyle içinde büyüyen öfkeyle, koluna girip onu odadan çıkaran Mert ve Hasan'a döndü ve koyu kahve gözlerinden okunan kızgınlıkla, "Bir daha sakın!" diyerek yumruğunu sıktı. Akın'ın öfke dolu bakışları, arkadaşlarına, onu böyle bir ortamda bir daha tutmamaları gerektiğini söyler gibiydi.
Akın, kanlı ellerine ve kirlenen gömleğine baktığında az önce olanlar tek tek gözlerinin önünden geçti ve öfkeyle tuvalete yöneldi. Hemen arkasından Mert ve Hasan da tuvalete girdiler. Ellerine ve gömleğine bulaşan kanı temizleyip çıktılar.
Ders çoktan başlamıştı, sınıflarının kapısını çalarak içeri girdiler. Mert hemen öğretmenine dönüp, "Mehmet Hoca biraz konuşmak istedi de hocam." dedi.
Mehtap Hoca, "Biliyorum haberim var geçin.." diye cümlesini bile bitiremeden hızlıca her zaman oturdukları arka üçlü de ki sıraya geçmişlerdi.
Sınıftakilerin gözlerini üzerlerinde hissediyorlardı. Bakışlardan rahatsız olan Akın, başını sıraya koyup etrafına kendini kapattı. Hiçbir şeyi duymuyor, kendi sessizliğinde boşluğa dalıp gidiyordu. Çok geçmeden zilin çalışıyla başına toplanan kalabalığı hissetti ve ağır ağır başını kaldırdı. Etrafına toplanan kalabalık kirli bir gürültü oluşturuyor, aynı anda yükselen seslerden seçebildiği bir iki ruhsuz cümle.. "Başın sağolsun!, Başın sağolsun Akın!" diye kulaklarına ulaşıyordu.
Kimsenin onu anladığı yoktu, ne acısını paylaşıyorlar ne de ruhuna dokunabiliyorlardı. Kalabalığın arasında nefes alıp verişi iyice zorlaşan Akın, iyice daralan nefesiyle sade bir '' Eyvallah! '' dedi ve kendini sınıfın kapısından bir anda dışarı attı.
Okul bahçesine yöneldi hızlı adımlarla, onu tanıyan tanımayan herkes, sanki anlaşmışçasına ona sürekli acısını tekrar yaşatan o cümleleri kuruyordu, ''Başın sağ olsun, başın sağ olsun keke, başın sağ olsun Akın.'' diyerek onu iyiden iyiye darlamaya, sıkmaya devam ediyorlardı. Bu yüzden hiç odasından çıkmamıştı belki de, bu yüzden dışarısıyla bağlantısını kopararak kendi içine hapsolmayı seçmişti günlerce. Acısından kaçmak için..
Kafasını her zamanki oturduğu o banka çevirdiğinde, birden etraf sessizliğe büründü sanki, kalp atışlarından başka hiçbir şey duymuyordu o an. Düz siyah saçları rüzgarın etkisiyle uçuşuyordu, gülümseyişi o an ruhuna dokunmuş, içini huzurla doldurmuştu. Az önce kaçtığı kalabalıktan, onun gülüşüne sığınmıştı şimdi. Artık daha iyi hissediyordu kendisini, Aslı'yı görmek onu rahatlatmıştı. Ona doğru bir adım atar gibi oldu ama vazgeçip hemen karşısındaki banka doğru yürüdü ve yavaşça oturdu. Arkasına yaslanıp öylece izlemeye başladı, tek istediği yanına gidip, tüm sustuklarını ona anlatmak olsa da oturduğu banktan kalkmaya cesaret edemiyordu. Halbuki bu dünyada onu anlayacak tek kişinin o olduğuna inanıyordu.
Akın, bu düşünceler arasında kaybolmuşken, daldığı o boşluktan onu kendine getiren ses, Aslı'nın, " Nasılsın?" deyişi oldu.
Akın, Aslı'nın yanına oturmasını işaret eder gibi gözünü bir an olsun ondan ayırmadan hafifçe yana kaydı ve, "İyi işte, nasıl olsun." diye cevap verdi.
Aslı, "Duyunca çok üzüldük. Nasıl olduğunu merak ettik hepimiz. Aslında gelecektik seni görmeye, yanında olmaya ama annen, odandan çıkmadığını, kimseyle konuşmadığını, biraz yalnız kalmanın belki iyi geleceğini söylemiş Mertlere. Ama biz her gün sorduk, iyi misin diye. Şimdi burada olmana, geri dönmene çok sevindim. Bir şeye ihtiyacın olursa, konuşmak falan istersen ben hep buradayım. Kendini kapatma yine olur mu?" diyerek Akın'ın koluna hafifçe dokunarak onu teselli etti.
Akın, koyu kahve gözlerini Aslı'nın gözlerinden bir an olsun ayırmıyordu. Birkaç saniyelik sessizliğin ardından cevap verdi, "Gelseydin.. Gelseydiniz yani. Ne bilim belki daha kolay olurdu." dedi incelen sesiyle hafifçe öksürerek.
Aslı, elini havaya kaldırıp, "Mert ve Hasan geliyor." diye işaret etti.
Karşıdan onlara doğru bakan Mert, Hasan'a, "Şuraya bak lan Haso." dedi gülümseyerek.
Hasan da, "Hadi oğlum, inşallah ya.." dedi sırıtarak.
Aslı'nın gelsenize der gibi elini sallamasıyla, çocuklar onlara doğru bir iki adım atmıştı ki ders zili çaldı. Kafalarıyla selam veren bir hareket yaptıktan sonra oldukları yerde Akın'ı beklemeye başladılar.
Akın, Aslı'ya, teşekkür eder gibi hafifçe gülümsedi ve, "Görüşürüz yine, değil mi?" diyerek ayağa kalktı.
Aslı, "Ne zaman istersen, tabi ki." diyerek karşılık verdi ve yavaşça uzaklaştı.
Akın da arkadaşlarıyla beraber sınıfa geçti. O gün, Aslı'dan başka bir şey düşünemez olmuştu. Bütün gün, başını sıraya yaslayıp öylece sabit bir noktaya bakarak konuştuklarını düşündü. Gülümseyişi, koluna hafifçe dokunuşu... Yıllarca içinde büyüttüğü o aşktı belki de en küçük bir detayı bile bu kadar saplantılı bir şekilde düşünmesinin sebebi.
Zil çaldığında, günün sonuna gelmişlerdi artık. Hasan ve Mert'in şakalaşmaları eşliğinde merdivenleri inmeye başladılar. Tam okul bahçesinden çıkacaklarken arkalarından bir ses yükseldi, "Nereye böyle gençler? Sizinle yarım kalan bir işimiz vardı diye hatırlıyorum. Beni takip edin hadi." dedi Mehmet Hoca.
Akın, "Bilmem farkında mısın ama okul bitti. Ne konuşacaksan yarın konuşursun. Hadi eyvallah!" diyerek arkasını dönüp bir adım attı. Tam o sırada Mehmet Hoca, "Eğer şimdi benimle gelmezseniz, yarın gideceğiniz bir okul olmayabilir." dedi.
Hasan, Mert'e yaklaşıp, "Oğlum bu adam zarf falan atmıyor ha. Babam beni oyar lan, bugün olanları duyarsa." dedi.
Mert, " Dur bir oğlum ya." dedi.
Akın, önce Hasan'a sonra Mert'e hadi gidelim der gibi baktı ama ikisi de oldukları yerden kıpırdamadı. Hasan çaresiz bakışlarıyla yanlarına sokularak, "Oğlum nereye gideceksek gidelim, babam duyarsa mahvolurum. Daha geçen günkü cezam bitmedi, bir de bunu duyarsa bırakın akşamları buluşmayı, okula bile göndermez beni." dedi onları ikna etmek ister gibi.
Birbirlerine baktılar, sonra Akın, Hoca'ya dönerek, "Nereye gideceksek gidelim, bir saatin var hoca." dedi.
Okulun bahçesinden çıkıp Hoca'yı takip ettiler ve arabasına bindiler. Okula üç dört dakika mesafede olan bir yere geldiler. Hoca onlara arabada kalmalarını söyleyip indi ve büyük, siyah demir bir kapısı olan eski bir binaya girdi. Birkaç dakika geçti ama Hoca hala dönmemişti. Yerinde duramayan Mert, arabadan ilk inen oldu. Arkasından Akın ile Hasan'da indi ve kapıya bakarak "Nerde kaldı lan bu Hoca?" diye söylenmeye başladı Hasan.
"Burası neresi lan, niye geldik buraya?" diye ekledi Mert. Daha fazla beklemek istemeyen Mert ve Hasan bir iki büyük adımla kapının önüne ulaştı. Akın arabaya yaslanıp öylece bekliyordu. Mert, merakla kapıyı açtı ve gördükleri karşısında büyülenmişçesine donup kaldı. Hasan ne olduğunu görmek ister gibi onu hafifçe iterek kafasını içeri doğru uzattı ve, "Oha oğlum, bu ne lan? Akın! Akın, koş lan!" dedi.
Mert, "Bunu görmen lazım, keke!" dedi kafasını hafifçe Akın'a doğru çevirerek.
Akın, isteksiz adımlarla yavaş yavaş kapıya doğru giderken, " Ne var amınakoyim!" dedi ve Hasan'la Mert'i iki yana iterek ortalarından geçip başını kaldırıp içeri baktığında karşısında kocaman karanlık bir salonun ortasında koşan, kum torbalarıyla çalışan ve ringe çıkmış kickbox yapan gençleri gördüğünde içine garip ama anlam veremediği bir heyecan doldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SENDELE
ActionAkın, isteksiz adımlarla yavaş yavaş kapıya doğru giderken, ' Ne var amınakoyim!' dedi ve Hasan'la Mert'i iki yana iterek ortalarından geçip başını kaldırıp içeri baktığında karşısında kocaman karanlık bir salonun ortasında koşan, kum torbalarıyla ç...