Mehmet Hoca, hızla arabasına atlayıp ekip arabalarının peşinden karakola gitti. Oraya vardığında, çocukların ifadeleri alınmak üzere nezarete atıldıklarını öğrendi. Çocukların nezarete atılmalarına öfkelenen Hoca, emniyet amirinin odasına bir anlık sinirle girdi. Ve 50 yaşlarında, 1.70 boylarında, bıyıklı ve çatık kaşlı amirin karşısına geçip ardı arkası kesilmeyen sorularını yöneltti.
Mehmet Hoca, " Siz böyle bir şeyi nasıl yaparsınız amirim, bunlar daha çocuk ve hepsi öğrenci, benim öğrencilerim." dedi sakinliğini koruyamadan.
Amir, hızlıca cevap verdi, "Sakin olun Hocam, buyurun şöyle oturun önce." dedi ve dışarıdaki polis memuruna seslenerek, "Oğlum bize iki çay.. " dedi Hocanın aksine, çok sakin bir şekilde.
İkisi de oturdular, Amir, tekrar ayağa kalkıp masanın etrafından dolandı ve elini uzatarak, "Kendimi tanıtmayı unuttum, kusura bakmayın Hocam. Ben Başkomiser Veli Gündoğan." dedi hafifçe tebessüm ederek.
Mehmet Hoca, " Kusura bakmayın, öyle bir anda daldım odaya ama bunlar benim öğrencilerim ve kavgaya ben de şahidim. Nasıl başladı bilmiyorum ama nedenini biliyorum." dedi endişeli bir tavırla.
Başkomiser Veli, "Anladım hocam ama bırakın biz de kendi bildiğimiz şekilde öğrenelim, meseleyi anlayalım." dedi.
Polis memuru, elinde iki çayla içeri girip çayları bıraktığı esnada, "Amirim, ifade için hazırız." dedi.
Başkomiser Veli, " Hocam buyurun isterseniz siz de gelin." dedi
Sorgu odasına yöneldiler. O kalın ve görünmez camın arkasına geçti ve beklemeye başladı Mehmet Hoca, bu yere aşinaydı aslında. Tek fark, bu kez camın önünde değil de arkasındaydı. Başkomiser Veli, sorgu odasına girdiğinde camın diğer tarafında, Mehmet Hoca'nın nerde durduğunu biliyormuş gibi bir bakış attı. Tek tek sorguya çağırdığı öğrencilere hep aynı soruları sordu, " Kaçıncı sınıftasın? Derslerin nasıl? Okulunu seviyor musun? Baban ne iş yapıyor? " gibi konuyla alakası olmayan soruları peş peşe sordu eline aldığı karton bardaktaki çayı yavaş yavaş içerken. Hoca, başkomiserin ne yapmaya çalıştığını anladığında, yüzündeki kaygı yerini masum bir gülüşe bıraktı.
Yöneltilen sorular karşısında, Hasan, Mert ve Remzi, hiç duraksamadan doğrudan cevaplarını verdiler. Akın ise sadece kaçıncı sınıfta olduğunu söyleyip diğer sorulara cevap vermeden öylece durup yere baktı. Başkomiser, "Diğer gençlerin ifadelerini almadan hepsini savcılığa sevk edin!" dedi kızgın bir ifadeyle, raporu yazan bilgisayar başındaki polise bakarak. Daha sonra, gasp ve hırsızlıktan aranmaları olduğunu öğrenen Mehmet Hoca, endişeli bir şekilde "Peki öğrencilerime ne olacak, çıkacaklar değil mi?" diye meraklı bir tavırla sordu Başkomiser'e.
Başkomiser Veli, ellerini ağrıyan başına götürüp şakaklarını ovmaya başladı. Bu tepkisi karşısında Hoca, iyice meraklanmaya ve tedirgin olmaya başladı. Başkomiser Veli, Hoca'nın paniklediğini görünce daha fazla uzatmadan hafifçe gülerek, "Merak etmeyin Hocam, çocukların hiçbir suçunun olmadığını, daha buraya getirilirken, şu diğer zibidilerin kimlik bilgilerini ekip arkadaşlarımız bildirdiğinde anlamıştık. Ama yine de öğrencilerin buraya gelmelerini, buranın nasıl bir yer olduğunu bilmelerini daha yakından görmelerini istedim." dedi. Mehmet Hoca, bu sözler karşısında iyice rahatlayıp arkasına yaslanarak derin bir nefes aldı ve, "Şimdi, bir çay içebilirim Veli Abi, o halde "dedi ve ekledi, "Aslında sizden küçük bir iyilik isteyeceğim." dedi başkomisere imalı bir bakış atarak. Eliyle bıyığını düzeltip, onaylar gibi kafasını salladı başkomiser.
Nezarethanede olan Akın, Mert ve Remzi, şimdi ne olacak der gibi birbirlerine bakarak tek kelime etmeden ayrı ayrı köşelerde oturarak kara kara düşünüyorlardı. Bu sessizliği Hasan'ın titreyen dizlerini elleri ile durdurmaya çalışmasıyla birlikte ağzından dökülen şu sözler bozdu, "Oğlum ne bok yiyecem ben lan, bittim bu defa, babam duyarsa imkanı yok keser beni.." dedi. Aynı anda Hasan'a yaklaşıp onu sakinleştirmeye çalıştılar üçü de oldukları yerden kalkarak.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SENDELE
ActionAkın, isteksiz adımlarla yavaş yavaş kapıya doğru giderken, ' Ne var amınakoyim!' dedi ve Hasan'la Mert'i iki yana iterek ortalarından geçip başını kaldırıp içeri baktığında karşısında kocaman karanlık bir salonun ortasında koşan, kum torbalarıyla ç...