APARKAT Part 8

53 9 0
                                    

Eski demir kapıdan içeri giren Hoca, çocuklara arabada kalmalarını, hemen geri döneceğini söylemişti. Ama onun tanıdığı öğrenciler tabi ki de arabada kalmayıp arkasından geleceklerdi, bundan çok emindi. Bu çocuklara yıllarını vermişti. Salona girince karşılaştığı birkaç eski arkadaşıyla selamlaştı ve salonun köşesindeki ofise, babasının yanına gitti. Hiç zaman kaybetmeden hızlıca babasının karşısına geçip oturdu. Babası gülümseyerek karşıladığı oğluna, meraklı bir ifadeyle anlat der gibi baktı.

"Bana dayanak noktasıyla ilgili anlattığın hikayeyi hatırlıyorsun, değil mi baba?"

"Evet, hatırlıyorum oğlum."

"Önceden pek umursamazdım o anlattığın şeyi. Ta ki..."

"Ta ki Sibel'e kadar değil mi?" dedi babası gülümseyerek.

"Hakkını inkar edemem, beni hiç yalnız bırakmadı, hep yanımda oldu. Ama bahsettiğim dayanak noktam hiçbir zaman o olmadı. Benim asıl dayanağım annemdi. Onu kaybettikten sonra nasıl dağıldığımı en iyi sen biliyorsun baba."

Çetin Bey yüzünde beliren üzgün bir ifadeyle, " Bilmez olur muyum hiç. Eee.. Sen anlat bakalım şu aklındakini." dedi.

"İnsanın ruhunu ve kalbini en iyi terbiye eden şey nedir baba?"

"Sabrı tabi ki. Sana bunu öğretmek epey zaman almıştı." dedi alaycı bir ifadeyle.

''Peki bir insan öfkesini başkalarına zarar vermeden yönetmeyi nasıl öğrenir?"

"Karşısındakinin ona zarar veremeyeceğini anladığı zaman."

"O halde bu nasıl mümkün olur baba?"

 "Gerekli motivasyon ve doğru yönlendirme ile tabi ki."

"Yani beni yönlendirdiğin gibi mi baba?"

"Tam öyle sayılmaz ama... Bu biraz da senin azminle alakalıydı. Dur bir dakika, bana neden bunları soruyorsun?"

Çetin Bey'in anlam veremediği bu sorulara karşı verdiği bu tepkiden sonra, oğlu ile aralarında kısa bir sessizlik hakim oldu. Oğlunun ne demek istediğini gayet iyi anlıyordu ama emin olamıyordu. Bakışlarını cam ofisten salonun girişine doğru hafifçe çevirdiğinde, üç gencin meraklı gözlerle etraflarını izlediklerini gördü ve oğluna dönerek, "Bak oğlum, kimler gelmiş." dedi kafasıyla gençlerin olduğu yönü işaret ederek.

Mehmet Hoca, çocukları görünce belli belirsiz bir gülümseme ile olduğu yerden kalktı ve babasıyla çocuklara doğru yürümeye başladı. Ofisten çıkan Hoca ve babasını gören Akın, Mert ve Hasan da onlara doğru yöneldi. Karşı karşıya geldiklerinde Mert'in gözü hala salonda çalışanlardaydı. Akın, her zamanki o öfkeli bakışlarıyla, gözlerini Hoca'dan ayırmadan sordu, "Ne yapmaya çalışıyorsun sen, Hoca? Konuşacağım diye bizi buraya kadar sürükledin peşinden, ne konuşacaksan konuş yoksa biz gidiyoruz."

Hoca, Akın'ı cevapsız bırakarak Mert'e döndü ve, "Ne o, çok hoşuna gitti herhalde Mert." dedi.

"Ne hoşuma gidecek Hoca ya. Dans mı ediyorlar kavga mı belli değil zaten." diye karşılık verdi Mert.

"Sizin ettiğiniz kavgalara benzemiyor pek değil mi?" dedi Hoca.

"Aynen öyle Hocam." dedi Hasan araya girerek.

Mert, Hasan'a dönüp, "Tabi lan. Bunlar bizim karşımızda olacak var ya.. Üç dakikada patates ederiz biz bunları." diye karşılık verdi.

"Öyle mi Mertciğim. Denemek ister misin?" diye ringi işaret etti Mehmet Hoca.

"Yazık olmasın sizin elemanlara şimdi Hoca." dedi alay eder gibi Mert.

"Ne o korktun sanki biraz." diye güldü Hoca.

"Ne korkacağım ya!" diyerek üzerindeki gömleği çıkarmaya yeltendi Mert.

Hasan, "Oğlum kafayı mı yedin, ne yapıyorsun sen, uçtun yine!" dedi

"Ee hadi oğlum, görelim o zaman." diyerek ringi gösterdi Mehmet Hoca.

Çetin Bey, Hoca'nın kulağına eğilerek, "Oğlum, emin misin?" diye sordu tedirgin bir ifadeyle.

"Merak etme baba, ne yaptığımın farkındayım ben." diye cevap verdi babasına.

Bir anda ringe dalan Mert'i, Akın ve Hasan, her ne kadar "İn aşağı, kafayı mı yedin lan sen?" diye ikna etmeye çalıştılarsa da, Mert her zaman ki gibi "Kavgadan kaçılmaz aga!" diye cevap vererek ringe attı kendini ve bütün özgüveniyle eldivenleri giymeye başladı.

Hoca, " Üç dakikada patates ederim mi demiştin sen az önce!" diyerek ringden babasına baktı ve  gülümsediler. Hemen sonra "Hazır mısınız gençler?" diyerek elini boynunda asılı düdüğe götürdü ve düdük sesiyle Mert, kendine has tarzıyla hızlı bir iki hamle yaptı ama karşısındaki  genç boksör, henüz 8-9 aydır bu sporu yapıyor olmasına rağmen, Mert'in gelişigüzel savurduğu yumruklardan kolayca sıyrılıp, çene altına vurduğu çok da sert olmayan yarım bir aparkatla, Mert'i ringin ortasına yıktı. Akın ve Hasan, Mert'in düşmesiyle ringe hafifçe yaklaşarak iyi mi diye baktılar.

Mehmet Hoca'nın gülümseyerek uzattığı elini tutarak, sendeleyerek yerden kalkan Mert, genç boksöre dönüp, "Allah var, iyi vurdun kardeşim." diye hayranlıkla elini boksörün sırtına dokundurdu.

Mehmet Hoca, "Eee el elden üstünmüş değil mi?" dedi çocuklara dönerek. "Başka denemek isteyen var mı?" dedi Akın ve Hasan'a bakarak. 

"Yok Hocam, sağ olun, ben almayayım." dedi burnunu işaret ederek Hasan. Sabah yediği kafanın acısı hala dinmemişti.

"Doğru, Hoca. El elden üstündür, bir gün o ringe benimle çıkmak istersen bu sözün  gerçek olduğunu kanıtlamış oluruz." dedi  tehditkâr ve bir o kadar da gergin bir sesle.

"Umarım bu dediğin hiç bir zaman gerçekleşmez." dedi gülerek ve imalı bir şekilde Mehmet Hoca. 

Kafasını iki yana sallayarak arkasını dönen Akın, "Gidelim artık beyler!" diyerek Hasan ve Mert'e bakıp, kapıyı işaret etti.

Mert, imrenen bakışlarıyla son kez salonu süzdü ve Hasana dönerek, "Helal olsun, benim gibi birini tek yumrukta yatırdı herif." dedi.

Hasan, "He he.. Tabi, senin gibi birini.." diyerek alaycı bir ifadeyle karşılık verdi.

Hızlı adımlarla salonu terk etmek için kapıya yöneldiler.

Mehmet Hoca arkalarından seslenerek, "Yine bekleriz gençler!" dedi.  


SENDELEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin