2. Bölüm

48 3 2
                                    

Bu lanet yatakta ölü gibi yatıyorum öylece. Üç gündür bu hastanede serumlarla, sakinleştiricilerle duruyorum.  Gözlerimi kapatsam Kaya'nın hayali, açsam yokluğu yakıyor canımı.

Allah'ım, bu nasıl olur? Dünya durdu, kıyamet koptu sanki. Bir ben kaldım bu zalim dünyada, yapayalnız ben. Aklım almıyor, Kaya yok mu artık? Bu nasıl olur?

Bir daha olmayacak mı? Ama biz böyle yarım kalamayız ki! Hem ben ona daha adam gibi 'seni seviyorum' bile diyemedim. Birde onsuz yaşayamayacağımı söyleyemedim daha. Zamanım var sandım, aptal gibi bencillik ettim.

Odanın kapısı sessizce açılınca oraya döndüm. Fatoş parmak ucundan sessizce, çıt çıkarmadan odaya girdi ve aynı sessizlikle kapıyı kapattı ardından.
Bana dönmesiyle göz göze geldik ve bir an duraksadı. Ardından bana doğru gelip yanıma oturdu. "Canım uyanmışsın. İyi misin? İstediğin bir şey var mı? Açsan kantine gidip bir şeyler getireyim sana?"

Konuşacak gücü kendimde bulduğumda "babam nerde? Kaya'yı bulmuş mu?" Diye sordum aciz bir umutla. 'evet' desin diye gözlerinin içine bakıyordum.

Üç gündür öyle çok ağladım ki, artık ağlayacak gücü bile bulamıyorum kendimde. Ruhsal bir acı nasıl böyle yorar insanı? Artık acının ruhumda değilde bedenimde olduğuna inanacağım.  Gerçekten kalbim ağrıyor, bu ruhsal değil.

"Üzgünüm Eylül, biliyorsun o artık yok"

O artık yok...

Bu mu yani, O artık yok.  Ben bunu nasıl kabul ederim?

Tamam kabul ama ben kalbime bunu nasıl kabullendiririm? 

Sonra, ya hayallerimiz, onları kim yaşayacak? Biz yaşayamayacak mıyız?  Ben onları nereye sığdırabilirim? Onlar nereye sığar?

Canım öyle çok yanıyor ki!  Başımı çevirip etrafıma baktım. Sonrada kendime. "Fatoş ben niye uyanamıyorum? Bu kabus çok acıtıyor canımı" diye sordum.  "Ben... Ben çok yarım kaldım! Ellerim var, kollarım, bacaklarım, parmaklarım, hepsi var ama çok eksik hissediyorum" 

Fatoş birden sarıldı bana ve benimle birlikte ağlamaya başladı.

Odanın kapısının tekrar açılması ile bu kez annem ve teyzem girdi içeri. Bizi böyle ağlarken görünce teyzem, Fatoş'un kolundan tutup kaldırdı yanımdan.
"Eylül'e moral vereceğine oturmuş ağlıyorsun onunla!"  Diye azarladı Fatoş'u. 

Fatoş elinin tersiyle gözlerini silerken "ağladığım yok anne" dedi hala ağlamaklı çıkan sesiyle.

Annem yanıma, Fatoş'un kalktığı yere oturdu. "İyi misin kuzum?" Diye sordu şefkatli sesiyle.

"Anne ben böyle yaşayamam, her yerim kanıyor ama yaralarımın yerini bulamıyorum" dedim.  Annem dolan gözlerle bana bakarken ellerini kaldırıp şakaklarıma koydu ve dağılan saçlarımı kulağımın ardına doğru okşadı.

"Melek, biz Fatoş'la  dışarı çıkalım, sizde biraz yalnız kalın" dedi teyzem. Fatoş'u da alıp odadan çıktı.

"Kuzum benim" dedi annem.  "Ben annemi kaybettiğimde on sekiz yaşındaydım. Öyle çok yalnız kaldım ki, dünyanın sonuydu benim için"  derin bir iç çekti. Elini saçlarımdan yanağıma kaydırıp şefkatle okşadı ve devam etti anlatmaya. "Ablam evlenmişti ve ben ayyaş bir babayla kalmıştım. İnsanın en güzel taşlarıdır derler o yaşlar ama benim en kötü yaşlarımdı... Bazen öyle çok isterdim ki ölmeyi... ama bak hala yaşıyorum. Hemde benim o yaşlarımda bir kızım var şimdi." Dedi buruk bir gülümsemeyle, aynı zamanda gözünden bir damla yaş yuvarlandı yanağına.

"İnsan yaşayamam der ama yaşar. Gülemem der, güler. Sevemem der, sever. Yer, içer, gezer dolaşır ve bir şekilde yaşamaya devam eder... İnsan her acıya alışır. Belki unutamaz ama alışır. Sende alışacaksın ve annen hep yanında olacak" dedi.

UNUTULMAZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin