8. Bölüm

28 3 0
                                    

"Bir çocuk vardı... bir yıl önce tanışmıştık. Ben on ikinci sınıfa geçince, o geldi. Önceki okulunda bazı sorunlar yaşamış ve kaydını bizim okula aldırmıştı. Herkes ona 'serseri' gözüyle bakardı, Ondan uzak dururlardı. 'tekinsiz' gelirdi diğer öğrencilere. ondan korkarlardı, yaklaşamazlardı. Hatta bazıları onunla göz göze gelmeye bile çekinirdi. Oysa ben... ben onun gözlerine bakmaya doyamazdım.  

Her zaman beraber gittiğimiz eski, ahşap bir ev vardı. Okul çıkışlarında oraya giderdik. tenekede ateş yakar, önünde ısınırdık.  Sonra, bir gün o ev yandı..."

Derin bir nefes aldım.  O evi yakan ateşin çıtırtısını  içimde hissetmeye başladım, aldığım bütün nefesler yetersiz gelmeye başladı. 

Karşımda devam etmemi bekleyen psikiyatrist, hafifçe kafasını aşağı yukarı salladı.   Dün geceki intihar girişimimden  sonra, bu sabah beni psikiyatri servisine yönlendirdiler.  

Gözlerimi sol bileğimdeki bandaja indirdim.  "Ölmek isteyenler deli midir?" Diye sordum başımı kaldırıp karşımdaki kadına bakarken. "Böyle bir dünyada yaşamayı sevenler akıllı, ölmek isteyenler deli mi? Sizin aklınız bunu alıyor mu?" 

"Aslında yaşamayı sevmek mi delilik sence?" Diye sordu bana.

"Bilmiyorum" dedim başımı iki yana sallarken.  "Birkaç hafta önce bende yaşamayı çok seviyordum. Ayaklarım yere basmıyordu, kafamda olumsuz hiçbir şey yoktu. her şey, her zaman güzel olacak gibiydi... Dünyanın sadece benim etrafımda döndüğünü sanacak kadar aptalmışım.  Keşke... Keşke o zaman psikiyatrist'e gitseydim. Belki bana 'hiçbir mutluluk sonsuza kadar sürmez' derdi. Belki beni uyarırdı, bana 'her şeye, her zaman hazırlıklı ol'  derdi. Ama artık çok geç kaldım, aniden tanıştım onsuzlukla!"

"Aşk acısından intihar edenler, yirmi beş, otuz yaşına kadar yaşamayı becerebilselerdi, anlarlardı. aşk; acemilik, insanın en genç ve tecrübesiz zamanında yakalandığı bir hastalık"

Gülümsedim. Sanki kadın yeterince deli olduğuma inanmıyormuş gibi birde deli deli güldüm karşısında. "Ben ona aşık değildim ki" dedim yüzümdeki gülümseme yok olurken. "Ben ona birkez bile 'seni seviyorum' demedim" 

Başımı ellerimin arasına aldım, gözlerimi sıkıca kapattım. Beynimdeki cızırtılara engel olamıyorum.  "Kafamın içinden çıkmıyor! Bana durmadan 'seni seviyorum' diyor ve benden bir cevap bekliyor, duymak istiyor. Artık Ne kadar söylesem de beni duymuyor. Durmadan 'seni seviyorum' diyorum ama duymuyor!"

"Tamam. lütfen sakin ol" 

Omuzumda bir el hissedince sustum. Yanımda duran kadının sakin ve yumuşak sesi ile açtım gözlerimi. 

Birkaç  adım gerileyerek aynı koltuğa oturdu.  "Belki de ona söyleyemediklerin yüzünden yükleniyorsun kendine? Pişmanlık ya da vicdan azabı çekiyorsun"

Başımı iki yana olumsuzca salladım. "Onu özlüyorum! Her şeyi alıp gitmiş, bana sadece 'onsuzluk' kalmış!" 

"Onu göreceğine inandığın için mi kestin bileğini, yoksa kafanın içindeki sesleri susturmak istediğin için mi?"

"Bilmiyorum. Onu rüyamda gördüm. Öldüğü evdeydik. Her şey olduğu gibi duruyordu, hiç yanmamış gibi... Ama Kaya... o çok farklıydı. Beni görmüyor, duymuyor gibiydi. Sonra bana 'canımı çok yakıyorsun' dedi. Uyandığımda telefonuma bir mesaj geldi, Kağan'dan uzak durmamı isteyen bir mesaj.  Bir an Kaya'nın hayatta olma ihtimali doğdu içime. O kısa his... O hissi yitirdikten sonra, tekrar onun öldüğü gerçeği kendini hatırlatınca, yaşamaya devam edemedim"  dedim ama sonra kendi kendime güldüm. "Yaşamaya devam ediyorum. Gülünç!" Dedim.

UNUTULMAZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin