Kimsesizler Yurdu

1.4K 100 19
                                    

''Lan? Sana söylüyorum piç! Cevap versene.''

''A-abi özür dilerim. Yemin ederim telafi edeceğim!''

''Telafi edeceksin öyle mi? Et lan o zaman!"

Karanlık odayı dolduran etin ete çarpması ve devamında gelen acılı inilti uykumu bozarken duyduğum kıkırtılarla sinirle doğruldum rahatsız ranzandan. Aynı saniye hissetmiş gibi sesler kesilirken yüzüme vurulan minik fener ışığı gözümü yakmıştı. Yüzümü buruşturmaktan kendimi alamadım elimle gözlerimi korurken.

''Çek şu feneri gözümden.'' Oldukça sakindim. Her zamanki gibi. Ve bu sesim bile yetmişti ışığın yüzümden çekilmesine.

''Senlik bir şey yok Selim.''

Tarıktı konuşan. Kendini buranın ağası sanan çocuklardan yalnızca biriydi. Özgüvenli çıkarmaya çalıştığı sesin ardındaki korkunun kokusunu alabiliyordum. Tedirgince kıpırdanmaları dudaklarımın kırılmasına neden oldu. Karşımda kıvranan bedeni hoşuma gidiyordu. Her zaman olduğu gibi.

''Rahatsız olmuşsam beni ilgilendirir demektir.'' Başımla etrafına toplandıkları çocuğu işaret ettim. ''Şimdi götün yerse dışarıda yap yapacağını.'' Umutla benden medet uman çocuk yenilgiyle omuzlarını düşürdüğünde kaçan uykuma küfür ederek yan döndüm ve odadan çıkmaya hazırlanan grubu izledim. Daha önce de demiştim. Ben bencil bir piçtim. Hayatımı kendimi düşünerek yaşamaya endekslemiştim. Çocukluğumdan, hayır hayır! Kendimi bildim bileli yanımda, sağımda solumda o kadar çocuğun dövüldüğünü ve... neyse, görmüştüm ki artık kan gördüğümde hissettiğim tek şey umursamazlıktı. Çünkü arada bir yanlışlıkla da olsa kurtardığım çocukların- tıpkı odada kalan çocuk gibi- büyüyeceğini biliyordum. Benim geçtiğim yollardan geçeceklerdi. Ya az önce kendisini döven çocuk gibi, Tarık gibi zorba olacaktı ya da tıpkı şimdiki gibi korkak bir ezik olmaya devam edecekti. Peki ben hangi grupta mıyım? Bunu kimse bilmiyordu.

''Şşt! Selim, baksana bi.'' Elini sallayarak ilgimi çekmeye çalışan çocuğa döndüm. Yattığım ranzanın altında kalan çocuktu bu. Yüzünde uykulu bir ifadeyle bakışları dayaktan dolayı ağlayan çocukla benim aramda gidip gelirken yerdeki kağıdı alıp bana uzattı. ''Bu senin yatağından düştü.''

Çatık kaşlarla cevap vermeden uzanıp aldım elinden. Görür görmez son birkaç gündür bırakılan notlardan biri olduğunu anlamıştım. Siyah bir kâğıda altın sarısı bir kalemle yazılan notlar çok sık rastlanan bir şey olmasa gerekti.

'O poker face suratının altında beni bulmak için can atan bir taraf olduğunun farkındayım. Çok yakında buluşacağız...'

Derin bir iç çekişle sırtüstü yatar pozisyona dönerken aldığım kaçıncı gizemli not olduğunu hesaplamaya çalıştım.

Yaklaşık üç gün önce çantamın ön gözünde bulmuştum ilk notu. Yanlışlıkla koyulduğunu düşünüp çok üstünde durmamıştım ama ardı arkası kesilmemişti. Hiç beklemediğim anda, ummadığım bir zamanda karşıma çıkmaya başlamıştı siyah, kaliteliyim diye bağıran gül kokulu kağıt parçası.

Uyuyamayacaktım. Bir kere uykum dağılınca uyumak kolay olmazdı benim için. Kalkıp ses çıkarmadan çantamdan defterimi çıkardım. Elimdeki kağıdı diğerlerinin yanına bırakırken dalgınca saçlarımı kaşıdım. Bu, bir şaka değildi. Biri alenen benimle oyun oynuyordu. Kedinin fareyle oynadığı gibi hem de. Hissediyordum. Yakınlarımda bir yerlerdeydi. Beni tanıyordu. Diğer herkesten daha fazla.

Soğuk zeminin ayaklarımı üşüttüğünü hissettiğimde terliklerimi giyip pencere kenarına gittim ve yaz sıcağında bile buz gibi olan yurdun pencere pervazına avuç içlerimle yaslanıp sokak ışıklarıyla aydınlanan sokağı izlemeye başladım. Yatakhane'nin bu odası tam olarak ıssız arka sokağa baktığı için her bok net olarak görülüyordu. Şimdi olduğu gibi. Sırıttım. Kel kafası ve deri ceketiyle buraların müdavimi torbacı Cemil ve hiç hazzetmediğim bakıcıyı karşılıklı sigara içerken görünce bu fırsatı kaçırmanın aptallık olacağını düşünüp hızla çantama yürüdüm ve burada yasak olan son model telefonumu çıkarıp kamerası açtım ve onlar sigaralarını bitirir bitirmez uyuşturucu alışverişi yaparken zevkle kaydettim onları. Elbet işime yarayacak bir zaman gelirdi ne de olsa.

''Senin telefonun mu var?"

Duyduğum hayret dolu sesle yavaşça arkamı döndüm. Az önceki dayaktan kurtulan çocuk ranzanın alt katından bu karanlıkta bile parlayan gözlerle ağzı açık suratıma bakarken baştan aşağı süzdüm onu. Yüzü kanlıydı. Kaşı patlamıştı büyük ihtimal. En fazla on dört-on beş yaşlarına dursa da minyondu ve bunun dezavantajını yaşıyordu burada. Umursamadan iki parmağım arasında salladım telefonu. Ben salladıkça ağzı açık takip ediyordu.

''Çok pahalı duruyor. Çaldın mı?"

Kıkırdamam odanın içini doldurdu. Çocuk yerinde gergince kıpırdadı ama yine de gözlerini üstümden çekmedi.

''Yurtta bazı dedikodular var senin ve şey...'' eliyle tavanı işaret etti. ''Onun hakkında. Doğru değil, değil mi?"

''Baya meraklısın ha? Dayak yemene şaşmamalı.''

Yutkundu. Korkuyordu ama inatla cesur görünmeye çalışmaktan vazgeçmiyordu. Belliydi, hayatı zorluklarla geçecekti. Hatta bu merakıyla çok uzun bir hayat yaşamayacaktı.

''Hiç arkadaşın var mı?" duraksadım. Aklıma geçmiş anılar gelirken sanki bundan cesaret almış gibi doğruldu ve hevesle devam etti. ''İstersen ben senin arkadaşın olurum!''

''Sana bir tavsiye vermemi ister misin?"

Başını hızlı hızlı salladığında ranzama yürüyüp yatağımdan destek alarak kendimi yükseltip aheste bir tavırla benden cevap bekleyen çocuğa döndüm ve ciddiyetle dayak arsızı yüzüne baktım.

''Birine senden arkadaşın olmasını isteme. Bu iki taraftan birine yük olmaktan başka bir işe yaramaz. Onun yerine buradan kurtulmak için ders çalış. O zaman belki... bir umudun olur.''

Sesi kesildiğinde arkamı döndüm ve uyuyamayacağımı bilsem de gözlerimi yumdum. Bugünlük iyilik kotamı bu çocukla doldurmuştum. Yarın ise yeni bir gündü. Gireceğimiz yeni bir savaş, vereceğimiz yeni bir mücadeleydi...

Trouvaille (GAY)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin