son özel bölümümüze hoş geldiniz. berk'i, aybikesinin mezarının başında bırakarak aybike'nin karanlığını aydınlatıyoruz. iyi okumalar. 🖤
parmaklarının arasında sıkıca ipini tuttuğu kırmızı balona üzgünce baktı. çok özlemişti. aybikesinin yanına gelmeyi, saçlarını okşarcasına toprağını okşamayı, yüzünü severmişçesine mezar taşını sevmeyi delicesine özlemişti.
başka çaresi mi vardı?
tutmak istese elini, yetişemezdi kolu. peşinden gitmek istese, varamazdı. ne kadar koşarsa koşsun, nefes almayı unutana kadar efor sarf ederse etsin yetişemezdi. sarılmak istese, eksik kalırdı bedeni.
öpmek istese, sahipsiz kalırdı dudakları. o solgun dudaklar yaklaşamazdı dudaklarına, yakışmazdı da. kızın solgunken bile güzel olan dudaklarına yakışmazdı kendi dudakları. yakıştıramamıştı, tanrı da yakıştırmıyordu. yoksa uzak tutar mıydı bu kadar?
bilmiyordu. bu, bir cezaydı belki de. nefretle baskıladığı her duygusunun cezası, aybikesinin ölümüyle kesilmiş ve hesap kapanmıştı.
okuduğu bir kitapta şöyle diyordu: ifade edemediğim bir eksiklik hissi var içimde, sanki her şey başka türlü olabilirdi.*
olabilir miydi? nefretle baskılamasaydı duygularını, başka türlü olabilir miydi sonları? yutkunamadı. alışmıştı boğazındaki yumruya. umursamıyordu. o sırada, başka bir cümle geldi aklına.
oysa, elimin tersiyle seni yıkabilirdim. bıraktım ki, sen kendi sonunu hazırla...**
annesinin ölümü, babasının terk edişi, parasızlık, dışlanma duygusu, çabalamak... bunların hiçbiri yıkamamıştı berk'i. bırakmışlardı. sanki kendi sonunu hazırlayabilmesi için bırakmışlardı da; o da sonuçlanmıştı ölümle. ölümün peşinden sürüklenen kırık düşünceleriyle...
babasını kaybettiği gün aybikesi gelmişti yanına. uzanmıştı yanına, yalandan temas etmişti tenine. biliyordu, berk. avuntuydu bu. o aybike, gerçek değildi. hayaliydi. zihninde dolaşan, kırık olmayan tek düşüncenin, tek hayalim yansımasıydı.
bu yine de haksızlıktı. bir hayal, yakabilir miydi bu denli canını?
peki ya bir hayal, güzel olabilir miydi bu kadar? kesebilir miydi nefesini? soluksuz bırakabilir miydi dudaklarını?
olabiliyordu. demek ki, aybikesinin hayali bile tüm insanlardan daha güzel, nefes kesici, soluksuz ve bir o kadar da can yakıcı olabiliyordu. çünkü yanına gelen aybike gerçek değildi. mezarda yatan aybike gerçekti.
bu farkındalık, sol göğsüne yeni bir darbe yemesine neden oldu. başaramamıştı da. ömer'in söylediği gibi çıkamamıştı aydınlığa, aybikesini ışıklar içinde uyutamamıştı. acaba hayali bu yüzden mi geliyordu yanına sürekli? kalamıyor muydu o karanlıkta? çok mu korkuyordu?
ihtimaller, yaşanılanların yüz bin katıydı.
parmaklarının arasındaki kırmızı balonun ipini bırakmadı. adımlarını durdurdu. aybikesinin mezar taşını görünce, iyice sıktı ipi. öylesine sıkıyordu ki; eklem yerleri beyazlaşmıştı. yutkunamıyordu da. konuşamıyordu.
öyle illet bir şeydi ki ölümün yarattığı pişmanlık, silip atamıyordu.
"biliyor musun," diye fısıldadı, dizlerinin üstüne çöküp boştaki eliyle mezar taşının üstündeki ismi korkakça okşarken. bu hali gülünç gelmişti kendisine. mezar taşındaki ismini okşamaya bile korkuyordu, kızın canı yanar diye. ölüme nasıl gitmişti? tanrı, neden kıyamamıştı aybikesine?
incitmekten neden korkmamıştı? korksaydı, acısaydı, kıyamamış olsaydı aybikesi hâlâ yanında olurdu.
gözyaşlarına aldırmadan düşüncelerini bertaraf etti, cümlesinin devamını getirdi. aybikesi merak ederdi. "ismin o kadar çok yakışıyordu ki bedenine, yoklama listesinden dahi okumaya kıyamazdım o iki kelimeyi."
burukça tebessüm etti. "şimdiyse..." getiremedi devamını. bir el sıktı sanki boğazını, susturdu. söyleyemiyordu. içinde her ne kadar kabullenmeye çalışsa da kelimelere dökemiyordu, aybikesinin öldüğünü.
nasıl söyleyebilirdi ki?
"geçen gün kitap okurken elektrikler kesildi," dedi kızla konuşma ihtiyacı hissederken. "aniden etraf kararınca, korktum biraz. sonra aklıma ne geldi biliyor musun?" ayağa kalktı, büyük bir taş buldu. kırmızı balonu, aybikesinin mezar taşının yanına bıraktı, ipinin üstüne taşı koydu.
yanına uzanmaya, kızı sevmeye çok ihtiyacı vardı. öyle de yaptı. toprağın üstüne uzandı, parmaklarıyla okşamaya başladı. "sen, hâlâ karanlıkta mısın aybike? ben, karanlık mı bıraktım sahiden oraları?"
cevap gelsin istedi. çok özlemişti. iliklerine kadar muhtaçtı, aybikesinin sesini duymaya. razıydı. bağırmasına, laf söylemesine, hatta nefret dolu cümleler sarf etmesine bile razıydı. yeter ki, duyabilseydi sesini.
duyabilseydi, canını acıtmayan tek şarkı olurdu kızın sesi.
"çok çabaladım," dedi hıçkırıklarının arasından güçsüzce. "inan bana çiçeğim, çok çabaladım aydınlığa çıkabilmek için. devam etmeye çalıştım. ama ben hiç yaşamak istemedim ki... bir türlü sensiz yaşamayı isteyemedim."
çaresizce avcuna toprak aldı, dudaklarını bastırdı. "kaybettim," diye mırıldandı ağlayarak. "kaybettim seni. özledim sonra, çok özledim. denedim, yaşayamadım. ve delirdim. yokluğun delirtti beni, aybike. özlemin delirtti."
kırmızı balona baktı. gülümsemeye çalıştı, beceremedi. aybikesinin toprağına sıkıca sarılıp saatlerce orada kalmadan önceki son cümlesi şu oldu.
"keşke yaşatabilme ihtimalim olsaydı seni, bir tanem. can tanem."
* / **: oğuz atay - tehlikeli oyunlar