tamirci çırağı ve ilham perilerim bir araya geldiğinde ortaya asla mutlu şeyler çıkmıyor... hoş geldiniz, çok özlemişim, berkimi hissetmeyi. yıldıza basmayı ve bolca yorum yapmayı unutmayın. berk sizi özledi :')
berk, çaresizliğin tanımını yeniden öğrenmişti. tazelenmişti duyguları. gitmişti. canından çok sevdiği, ama sevgisini nefretle baskıladığı birisi daha gitmişti hayatından. henüz küçük bir çocukken alıp minik parmaklarının arasından kolayca sıyrılıp gökyüzüne yükselen o kırmızı balon gibi bir kişinin ruhu daha kayıp gitmişti, artık minik olmayan parmaklarının arasından.
neden tutamıyordu, hâlâ? güçlü değil miydi yoksa, büyüyememiş miydi? hayatından neden çıkıyordu herkes, o kırmızı balon gibi? gereklilik miydi bu? sevmeden, öpmeden, koklamadan, saçını okşamadan, henüz bir kere sarılmadan neden gidiyorlardı? ölüm, acele bir şey miydi bu kadar?
yutkunamadı. aybikesinin ölümünden sonra unutmuştu yutkunmayı. alışmıştı büyük bir yumruyla yaşamaya boğazında. bu seferki başkaydı. tek pişmanlığın acısı değildi artık; binen o yük, oturan o yumru. iki pişmanlıktı.
babası eklenmişti.
kollarında kaybetmişti, eskiden minik kollarıyla sarmak istediği o güçlü, sapasağlam bedeni. reva mıydı bu? babasını, yüzüne para fırlattığı o andan sonraki ilk görüşünde, reva mıydı? değilse neydi?
berk, neden sevdiği herkesi teker teker kaybetmek zorundaydı?
gözlerinden akmaya başlayan yaşlara aldırmıyordu artık. kaçıncı ağlayışıydı bu, kaçıncı gözyaşıydı saymamıştı. tek yaptığı ağlamaktı. aybike'ye, babasına, ikisiyle de yaşayamadığı o güzel anlara...
yağmur yağıyordu, umursamadı. babasının evinin bahçesindeki çimenlerin üstüne uzandı, çaresizce. gözleri gibi bedeni de ıslanıyordu artık. düşündü. madem bu kadar ıslaktı bedeni, ruhunun yangınını neden söndüremiyordu?
telefonundan karışık çalan şarkıları hiç dinlemiyordu. fakat şu an kulak vermişti çalan şarkının sözlerine.
kan ter içinde uykularından uyanıyorsan eğer, her gece.
gözlerini kapatacağı an bundan vazgeçti. aybikesi geldi, burukça gülümsedi. çimenlerin üstüne, berk'in koynuna uzandı sessizce. hayaldi, gerçek değildi. ama bunu anlatmasına gerek yoktu. çünkü berk, gereken cevabı şarkıyı mırıldanarak vermişti.
yalnızlık sevgili gibi boylu boyunca uzanıyorsa koynuna...
yanına gelen, onun aybikesi değildi. yine de onun aybikesi olsun istedi. hayal ürünü olsa da, kendi aybikesi yerine koydu. birisine ihtiyacı vardı, berk'in. o da aybikesiydi işte!
yalnızlığın simgesiydi, aybikesi.
"sana dokunabilir miyim?" diyerek sordu, çocuk gibi. aybike, olumlu anlamda salladı başını. teni pürüzsüzdü artık. kliniğin çatısındaki gibi yara ve kesik izleriyle dolu değildi. bebek gibiydi. yumuşacıktı, yanağı. en güze yeşile çalan tonuydu gözleri, elanın. saymaktan bıkamayacağı kadar sürmeliydi kirpikleri. aşkla sürmeliydi.
olur olmaz yere ıslanıyorsa kirpiklerin artık her şeye.
dudaklarını birbirine bastırdı. ağlamak istemiyordu, ama engelleyemiyordu kendisini. çok özlemişti. aybike'yi de, babasını da delicesine özlemişti. onları görmesi için illa delirmesi mi gerekiyordu? hayalleri, ilaç kutusunun içerisine mi yerleştirmişti nefret ettiği doktorlar?
bilmiyordu. hiçbir şey bilmiyordu.
"öldü." aybike başını salladı. elini, berk'in elinin üstüne koydu. parmağıyla nazikçe okşadı. anlıyordu. onu anlıyordu. bir hayalden ibaretti. berk'i, sadece kendi hayali anlıyordu. berk'i aybike anlıyordu.
berk'i, kırmızı balonunun yükseldiği gibi göklere yükselen aybikesi yalnız bırakmıyordu.
anneni daha sık anımsıyorsan, hatta anlıyorsan.
güzel anılar hayal edebileceği tek kişi annesi kalmıştı. hiç görmemişti onu. çok erken gitmişti. ama en azından, kırmamıştı kalbini; aksine minik kalbi yaşatmak adına gökyüzüne yükselmişti. yine de insanlar, bi' annenin atması için kendi atışlarını feda ettiği o kalbi kırmakta hiçbir çekince görmemişlerdi.
kalbini bir mektup gibi buruşturulup fırlatılmış
kendini kimsesiz ve erken unutulmuş hissediyorsanaybike gülümsedi. okşadığı ele, narince bastırdı dudaklarını. alev aldı berk'in bedeni. hissetmiyordu ıslandığını. yalnızlığını alevlere vermişti, şu kahrolası yalan dudaklar...
"içindeki çocuğa sarıl," dedi aybike. usulca kalktı, berk'in koynundan. itiraz etmedi. gidecekti. kendi hayali de olsa gidecekti. zaten engel olamamıştı hiçbir zaman insanların gitmesine.
"sana insanı anlatır."
aybikesi gözlerinin önünden yok olduğunda, göğe üç tane kırmızı balon yükseldi. berk, ilk defa yutkundu. şiddetlendi ağlayışları, dönüştü hıçkırıklara. hissediyordu. boğazındaki yumruyu hissediyordu, ama artık delicesine yakamıyordu canını.
annesi, babası ve aybikesiydi o üç kırmızı balon. yan yana yükselmişlerdi göğe doğru. berk ise yeniden yalnız kalmıştı.
eller günahkâr,
diller günahkâr.
bir çağ yangını bu bütün,
dünya günahkâr.