— 𓆤 —akşam saat 08.43'ü gösterdiği sıralarda jongseong'un telefonu çaldı, odaklandığı ders kitabından kafasını kaldırarak yanındaki telefona çevirdi odağını. arayanın jungwon olduğunu gördüğünde boğazını temizledi ve sanki karşısındaymış gibi kambur bedenini dikleştirdi. neden aradığını merak ediyordu, çünkü ilk seferinde, ilk mesajı atan oydu. arayanın da kendisi olacağını tahmin etmişti, bu da ilk telefon konuşmaları olduğu için her zamanki gibi ayrı bir heyecan kaplamıştı. daha fazla bekletmek istemeyerekten telefonu açtı. "alo?"
"jongseong hyung? rahatsız etmiyorum değil mi..?" jongseong karşı taraftan gelen sakin sesi garip karşıladı, şu ana kadar vakit geçirdiği jungwon her zaman enerjikti. bir şey olmuş olduğundan endişelendi. "hayır, etmiyorsun. bir şey mi oldu? ses tonun bir garip geldi." mikrofondan kısık bir nefes sesi duyuldu, jongseong bir daha neler olduğunu soracakken telefonun diğer ucundaki genç konuşmaya devam etti. "olmadı, biraz yoruldum ve sıkıldım. seni aramak istedim, ders çalışmıyordun değil mi?" jongseong önünde açık duran ders kitabıyla kısa bir süre bakıştı, yaklaşık üç saattir ders çalışıyordu, odağını bozmasaydı verimli bir çalışma da olabilirdi. kitabın kapağını kapatıp önünden uzaklaştırdı. "hayır, çalışmıyordum. neler yaptın bugün, anlat bakalım."
"pek bir şey olmadı, artık kimse çiçek almıyor. müşteri gelmiyor." jungwon'un ses tonu jongseong'un konuşmasıyla öncekine nazaran daha iyi gelmeye başlamıştı, bir şeyleri anlatmak için ya da konuşacak birilerini bulduğu için heyecanlı olması jonseong'un yüzünde bir tebessüm oluşmasını sağlamıştı. "ben alırım o zaman." jungwon da jongseong'un söylediği şeyle telefonun diğer ucundan tebessüm etmişti, "kime alacaksın?" diye sordu merakla. jongseong kıkırdadı, onun sesini duymasıyla jungwon da kıkırdadı. "sana alacağım." bu cevapla beraber ikisi de bir süre sessizleşti, ardından jongseong konuşmaya devam etti. "kapattın mı dükkanı?"
"evet, yürüyorum şu an." jungwon ayın ışıltısı dışında sokak lambalarınım aydınlattığı loş sokaklarda yürüyordu. hava, baharın ortası da olsa, soğuktu. montunun içerisine gömmüştü yüzünün yarısını, hafif esen rüzgar ise saçlarını uçuyordu. bir eli montunun cebinde diğeri ise kulağındaki telefonu tutuyordu, dışarıda olan eli soğuktan kızarmış, hatta çatlamıştı. eli gibi burnunun ucu da kızarıktı. büyük ihtimalle jongseong, jungwon'un bu halini görse kaskatı kesilirdi ilk görüşündeki gibi. ona göre en doğal hali bile binlerce çiçek türünden güzeldi.
aklında canlandırdı jongseong, jungwon'un her kelimesinde, her sesini duyduğunda yüzü gözlerinin önünde canlandı. kocaman gülümsedi, saçlarını karıştırdı ve doğru kelimleri aradı. "yoldayken dikkat et kendine, eve geldiğinde de haber et. istediğin zaman arayabilirsin, her zaman müsaitim sana." jungwon, sanki görebilecekmiş gibi kafasını salladı. "tamam, sen de kendine dikkat et hyung, ben de her zaman müsaitim sana." vedalaştıktan sonra telefonu kapatan jongseong oldu, telefonu ekran kapanacak şekilde masaya koydu ve sandalyesinde gerildi. çalışma masasının yanındaki pencereden gökyüzüne, aya baktı. ardından ise, saat ne kadar erken olsa da kendini yatağa bıraktı.
jungwon, jongseong telefonu kapattıktan sonra telefonla beraber cebine yerleştirdi elini. simsiyah olan gökyüzüne baktı, ay ve birkaç yıldız dışında uzay buradan bakıldığında bomboş duruyordu. ıssız, sessiz sokakta bir süre daha evine kadar yürümeye devam etti jungwon. geçirdiği yorgun günün ardından da eve vardığında sıcak bir duş almayı planlamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the language of flowers. | jaywon
Fanfiction𓏲 산하엽 𓄹𓈒 diphylleia grayi, uzun yıllar önce iki aşığın hikayesini başlattı ve uzun yıllar sonra da iki aşığın hikayesini bitirdi.