1 . 6

233 45 25
                                    


𓆤 —

siyah saçlı genç, çiçek dükkanının önünde duruyordu. sırtında ise bir gitar çantası vardı, gün boyu bu gece için planlar yapmıştı. defalarca tüm senaryoyaları kafasında kurmuş, tüm her şeye hazırlıklı olmaya çalışmıştı. bugün jongseong için büyük gündü, bugünü kendi içinde kutluyordu. bir süre daha dükkanın önünde durdu, derin bir nefes aldı. artık içindeki duyguları hapsetmeyecekti, kendisine yaptığı ilk ve en büyük iyilik bu olabilirdi. bu büyük gün için binaya doğru adım atmasıyla kapı açıldı, üzerinde siyah bir hırka ve içinde siyah bir tişört, onları tamamlayan siyah bir de pantolon ile genç şu an karşısında duruyordu. dünyanın en asil ama bir o kadar da kasvetli rengini bile kendisinin gerisinde bırakıyordu. jungwon çok asildi ama kasvetli değil, kendisine hayat katan adam kasvetli olamazdı. jongseong, dünyanın en hayat dolu adamını seviyordu. jungwon, jongseong'a doğru bir adım attı ve aralık kapı artlarından kapandı. iki beden karşı karşıya duruyordu, hafifçe esen ve bedenlerini titreten rüzgar dışında hiçbir şey yoktu şu an ortamda. ikili konuşmuyor ve birbirlerine kenetlenmişçesine bakıyorlardı.

jungwon, dükkanın kapısını kilitledi ve tekrardan jongseong'a döndü. titrek sesi ancak çıkabildi dudaklarından. "gidelim mi?" jungwon'un sorusuyla jongseong başını salladı sadece, yol boyunca sesleri çıkmadı. birkaç gece önceki, denizin tadını doya doya çıkardıkları yere geldiklerinde jongseong aynı hareketi tekrarladı, jungwon ile ellerini kenetledi ve kumsala sürükledi, kumların aralarına karıştılar ve ayakkabıları yeniden kum dolmaya başladı. ikili bir süre denizi izlemekle meşgul ettiler kendilerini. denizden uzak değillerdi ama yakın da değillerdi, deniz suyu kayaya vurduğunda gençleri etkilemeyecek uzaklıktalardı. jongseong, sırtındaki gitar çantasını çıkarttı ve olduğu yere çöktü. jungwon'un aklında uzun zamandır olan soru, gitarı neden getirdiğiydi. ancak kendi kendine tüm bu soruları cevaplayamayacağı için o da jongseong'un yanına oturdu ve ardından kafasındaki soruyu sordu: "gitar ile ne yapacaksın?" jongseong, net bir şekilde çalacağım, şeklinde yanıtladı.

gitarı kucağına aldı, rahatlıkla çalacağı pozisyonu aldı. zarif elleri tellerde dolaştı, akorlarla oynayıp bir süre sonra tanıdık melodi jungwon'un kulaklarını doldurmaya başladı.

다를 없이 하찮은 하루
(hepsi birbirine benzeyen saçma günlerim)
유독 좋은 일만 피해 갔구나
(yalnızca iyi şeyler es geçiyor gibi beni)
어릴 그림 어른이
(çocukluk resmimin içinde büyüyen bana baktım da)
분명 기쁜 표정이었는데
(nasıl mutluymuşum.)
평생이 오늘까지면
(eğer ömrüm bir gün bitecek olsaydı)
발길을 돌릴 곳이 있나요
(adımlarımı nereye çevirebilirim?)
멋쩍다는 이유로 미루었던 사랑해란 말을
(bu garip hislerim yüzünden erteleyip durduğum "seni seviyorum" sözünü)
너에게 건네줘 right now
(söylüyorum sana şimdi.)

jongseong sessizleşti ancak parmakları hâlâ tellerde dolaşıp melodiyi çalmaya devam ediyordu, tüm bu sözleri söylerken gözlerini yummuştu. eğer ki karşısındaki gencin gözlerine baksaydı dilini yutabilirdi, şu an kalbinin gitardan bile daha sesli attığını düşündü. onun tekrardan sözlere başlamasıyla jungwon da girişmişti, tanıdık gelen şarkıyı çıkarmıştı. jongseong, ona eşlik eden sesle yumduğu gözlerini araladı ve karşısındaki gence baktı. tam olarak gözlerinin içine bakıyordu, tahmin ettiğinin aksine sesinde hiçbir çatlama ya da dilini yutma gibi bir eylem olmadı, aynı şekilde sözleri devam ettirdi.

다를 없이 하찮은 하루
(hepsi birbirine benzeyen saçma günlerim)
유독 좋은 일만 피해 갔구나
(yalnızca iyi şeyler es geçiyor gibi beni)
어릴 그림 어른이
(çocukluk resmimin içinde büyüyen bana baktım da)
분명 기쁜 표정이었는데
(nasıl mutluymuşum.)
평생이 오늘까지면
(eğer ömrüm bir gün bitecek olsaydı)
발길을 돌릴 곳이 있나요
(adımlarımı nereye çevirebilirim?)
멋쩍다는 이유로 미루었던 사랑해란 말을
(bu garip hislerim yüzünden erteleyip durduğum "seni seviyorum" sözünü)
너에게 건네줘 right now
(söylüyorum sana şimdi.)

jongseong'un son notayı da çalmasıyla ortam tekrardan sessizleşti. gözlerini birbirlerininkine kenetlediler, sessiz ortam sadece denizin dalgalarıyla süsleniyordu. jongseong, tüm bedenini saran ateşe hakim olamadı. kucağındaki gitarı çantasının üzerine, kumlara bıraktı. hemen sonrasında hızla gencin üzerine eğildi, şu an kendisini itebilirdi. bunu beklerdi ve en kötü senaryo olan buna bile hazırlıklıydı. ancak aceleci davrandı, jungwon'un yanına, kumlara koydu bir elini. diğerini de yanağına. yerdeki eli ile destek alırken diğer el ise kusursuz yüzü ovuşturuyordu. tüm bunların yanında ise dudaklarını birleştirmişti jongseong.

ne o ayrıldı, ne de jungwon itti. kısa genç şaşırmamıştı ama beklemiyordu, belki de istediği bu olduğu için sorgulamaya vakti yoktu. saniyeler sonra jongseong'un dudakları hareket etti, nazikçe öptü jungwon'u. sanki incitecekti tek bir yanlış hareketinde. başparmağı ise yanağını okşuyordu. nefesleri kesilene kadar öpüştüler, en son ayrıldıklarında yanakları kızarmıştı. jongseong ayrılmasıyla alınlarını birbirine yasladı. jungwon, bir elini jongseong'un kumdaki eline diğerini de yanağındaki ele götürdü. jongseong'un aksine gözleri şu an yumuktu ve sıcak nefesleri ortada çarpışıyordu. inip kalkan göğüsleri dışında başka bir hareketlenme yoktu aralarında, ay ışığı altında parlıyorlardı.

o gün iki bedenle beraber iki ruh da birleşmişti, dudakları ile birbirlerine olan sevgilerini mühürlemiş, bu sevginin asla sonlanmayacağı konusunda söz vermişlerdi. belki gece boyu susmuşlardı ama gözler, dudaklar konuşmuştu.

𓆤 —

eveeet, benim bile sabırsızlıkla beklediğim bölüm
daha iyi olabileceğini düşünüyordum ama elden bu kadarı geldi
öpüştürdüğüm için bile kendimi kötü hissediyorum
umarım siz rahatsız olmazsınız :(( 💘

the language of flowers. | jaywonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin