6: Orhan'dan Öznur'a

32 7 2
                                    

Uzun bir aradan sonra yeniden, selamünaleyküm. 🌺

***

İLKBAHARINI GÜZE ÇEVİRDİĞİM KADINA,

Önce ne yazılıyordu, nereden başlanıyordu söze? Önce pişmanlıklar dile getirilip özür mü dilenmeliydi, yoksa söylenmek istenenler olduğu gibi -açık açık- anlatılmalı mıydı?

Öznur, bir zamanlar yalnızca adıyla bile yüreğimi titreten sevdam!

Mektubun elime iki hafta önce ulaştı. Defalarca okudum onu, defalarca sarsıldım! Cevabımı yazmaya başlayıp kaç kez yarım bıraktığımı kestiremiyorum artık.

Ben zaten oldum olası beceremezdim yazmayı, senin aksine. Sen her yaşanan durumdan sonra kaleme kağıda sarılır, kendini kelimelerin kusursuz akışına kaptırırdın oysa.

Ben, okumayı da pek sevmezdim mesela. Hatta bir keresinde, çok fazla kitap okuyup bana yeteri kadar zaman ayırmadığını söyleyerek sitem etmiştim sana; hatırlıyor musun?

Mektubunu alınca daha şiddetle hissettim ki, özlüyorum seni. Geceleri çay eşliğinde yaptığımız koyu sohbetlerimizi, eve gelirken hangi ruh halinde olursam olayım o içten gülümsemenle beni her daim sakinleştirişini, beni her öpüşünde sanki bu sonmuş gibi kokumu derin derin içine çekişini; her şeyiyle bizi aslında, her şeyiyle bizi...

Mektubunda güzel şeyler yazmanı beklediğimden midir bilmem, ama okuduklarımla bir an neye uğradığımı şaşırdım; sanki, hayatını ve hayallerini mahveden adam bizzat ben değilmişim gibi!

Biz seninle çok mutluyduk, Öznur. Kalbime ve yaşamıma giren en güzel şeydin sen. Sevgim ya da sözlerim sahte değildi, yemin ederim "seni bırakmayacağım" derken yalan söylemiyordum.

Haklı olarak: "o zaman neden," diyeceksin, "o zaman söyle neden gittin?" Hepsini tek tek anlatacağım sana; doğrularıyla, yanlışlarıyla, pişmanlıklarıyla apaçık öğreneceksin her şeyi.

Benim de beklemediğim şeyler oldu, inan. Hayır, sandığın gibi başka birine aşık olmadım, senden uzaklaştığım ya da seni artık istemediğim filan da yoktu.

🌙

Bir akşamüzeri çarşıda dolaşırken bayılmışım, Öznur. Gözlerimi hastanede açtım. Tarık getirmişti beni. Yanıma gelerek nasıl hissettiğimi sordu, iyi olduğumu söyledim. O gün epey yorulduğum için böyle olduğunu düşünüyordum.

Sonra doktor geldi, gözlerinde anlamını çözemediğim bir ifadeyle nasıl olduğumu sordu. Ardından da endişeyle: "son zamanlarda burnunuz sık sık kanıyor mu?" dedi.

Cevaplarken biraz tereddüt etsem de onayladım onu, bir süredir oluyordu fakat pek umursadığım söylenemezdi. Doktorun bakışlarındaki donukluk artarken sıradaki sorusunu yöneltti: "peki, vücutta artan lekeler var mı?"

"Yani" dedim kekeleyerek: "evet, var."

Bir şeyler ters gidiyordu, bunun farkındaydım. "Birkaç test yapalım" dedi doktor bana.

O gece eve geç geldim, işimiz epey uzun sürdü çünkü. Sana olanlarla ilgili hiçbir şey söylemedim, sonuçlar çıkmadan telaşlandırmak istemedim seni de. "Yolda arkadaşımla karşılaştım, onunla beraberken vaktin nasıl geçtiğini anlamamışız" yalanına sığındım.

Ve yaklaşık bir hafta sonra doktorum arayarak acilen görüşmemiz gerektiğini söyledi. Saf değildim, sağlığımla ilgili bir problem olduğunu tahmin edebiliyordum. O gün, ikinci yalan söyleyişimdi sana.

🌙

Sonuç: Kanserdim! Doktor bayağı ilerlediğini belirtti, son evreye yaklaştığımı haber verdi; bir gün dahi geciktirilmeden tedaviye başlanmalıymış.

Bir gün, sana arkadaşlarla uzun soluklu bir tatile gideceğimden bahsetmiştim ya hani, o süreçte hastanede yatılı olarak tedavi görüyordum aslında.

Evet, sana söylemeliydim, doğru; kesinlikle yanımda olurdun, o da doğru. Ama ister düşüncesizlik de, ister aptallık; aklıma ölüm haberimi duyunca karşılaşacağın umutsuzluk gelince en mantıklısının bu olacağına karar verdim. Zihnimde; önce söyleneni kavrayamayışın, ardından adımı haykırışın, sonra bunun yalan olduğuna kendini inandırmak isteyişin, kabullenmişlik içinde gözlerinden tek damla yaşın yanağına doğru süzülüşü ve en sonunda, çaresizce yere yığılışın canlanınca anlatmaktan vazgeçtim işte.

Benden nefret et istedim. Benden öyle bir soğu ki, ölümüm bile hissizliğine gölge düşüremesin istedim.

Başarmışım, soğutmuşum seni kendimden! İstediğim olmuş işte, ölsem de üzülmeyeceğini biliyorum artık. Amacıma ulaştım değil mi? Peki, o halde neden mutlu hissetmiyorum?

Ama yine de bilemezdim, seni yalnızlığına terk ettiğim o gece bana vermeyi planladığın bir müjde olduğunu bilemezdim, Öznur. Eğer bilseydim, gider miydim? Ne pahasına olursa olsun sizinle kalırdım.

Kaybetmiş olamazsın onu, ben seni böylesine büyük bir acıyla baş başa bırakmış olamam. Ben yalnızca okurken böylesine parçalandıysam, sen bunları yaşarken nasıl dağılmadın? Ya da dağıldın, belki de toparlanamadın henüz.

Seni düşünüyordum, sözde. Ben her yaptığımı senin mutluluğun için yaptığıma inanırken mahvoluşunu göremedim. Pişmanlıklarım yakamı hiç bırakmıyor, Öznur. Binlerce özür sıralasam da sana, boşuna olacağını biliyorum. Daha ben kendimi affedememişken, senin tarafından affedilmeyi de beklemiyorum zaten.

Yalnız, hamile olduğunu öğrenince öyle bir sarsıldım ki, benimle gerçekleştirmeyi umduğun hayalini başkasıyla gerçekleştirdiğini düşündükçe öyle çok canım yandı ki, soluksuz kalmış gibi hissettim.

Onun kızı o, benim değil! Benim özlemiyle yanıp tutuştuğum dudaklar onun için aralanıyor artık. Artık ne zaman dalıp dursam büyülendiğim gözlerin tek seyircisi, O.

Bu arada gözlerin, yeşildi; yeşilin en güzel tonu... ışıl ışıl olurlardı gülümsediğinde. Bakışlarım onlarla her kesiştiğinde, adını koyamadığım, tuhaf, bir duygunun esiri olurdum. Hasılı, çok güzellerdi, çok...

🌙

Geçmişin AynasıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin