ORHAN AKTAŞA,
Öncelikle merhaba. Ben Levent Korkmaz, Öznur'un eşiyim.
Aslına bakarsanız mektubunuz bir süredir posta kutusunda duruyordu, ancak bir türlü fırsat bulup okuyamamıştım. Dün yazdıklarınızı okuduğumda ise o satırlara hiçbir anlam veremedim. Neden sonra, sizden önce Öznur'un size bir mektup yazdığını, sizin de bunu kendisine cevap olarak gönderdiğinizi telakki ettim.
Sizin geçmişte Öznur'la yaşadıklarınızdan-pek detaylı olmasa da- haberdardım. O'nu terk ettiğinizi de biliyordum, fakat O'na bu kadar acı çektirmiş olabileceğinizi tahmin etmemiştim.
Gerçi, evlendiğim kadının "yaralı" olduğu her halinden belliydi, ama öylesine uzaklaşmıştık ki birbirimizden, hiçbir zaman karşılıklı oturup bunları konuşamadık. Zaten O hep kaçardı benden, her anlamda...
Ben O'nu çok seviyor, bu nedenle de içten içe üzerindeki kırgınlık ve çekingenliği atmasını istiyordum. Lakin işte en büyük hatam, işimi bahane ederek O'na yeteri kadar zaman ayıramamam oldu.
🌙
Şimdi siz diyeceksiniz ki: "benim Öznur'dan beklediğim cevap neden sizden geldi?"
Çünkü O gitti Orhan Bey, O'nu kaybettim! Aslında yalnız ben değil, tüm sevenleri yitirdi O'nu.
Fazlasıyla riskli bir gebelik dönemi geçiriyordu zaten, hem bebeğine hem kendisine zarar verme ihtimali olan tehlikeli bir gebelik...
Kaç defa söyledim O'na: "bu bebeği doğurma, aldır" diye.
"Yapamam" diyordu çaresizce, her şeyden çok istiyordu anne olmayı. Ki bunu başardı da, güzeller güzeli bir kızı var artık, fakat O yok!
Bu hislerimi karımın eski eşiyle paylaşmak kadar abes bir şey olamaz, fakat birileriyle dertleşmem lazım. Kendimi boşluktaymışım gibi hissediyorum; ev bomboş, odalar fazla sessiz, anlatabiliyor muyum?
Eve döndüğümde kapıyı anahtarımla açmanın canımı ne kadar yaktığını tasavvur edebiliyor musunuz?
Hani şu "kıymetini kaybedince anlama" meselesi var ya, işte tam da o misal, ben de kendisine ne kadar alıştığımı fark edememiştim, ta ki O hayatımdan çıkıncaya kadar.
Bana yaşama sevinci veren Oymuş meğer, hastaneyle ev arasında sürüp giden sıradan hayatıma varlığıyla renk katan da...
Hasılı, O'nun ölümü beni epey derinden sarstı.
Gerçi, bu bildiğimiz ölümdü. Herkesin başına gelen ve gelmeye de devam edecek olan, yaşamın kaçınılmaz sonu, hayatın en sarsıcı ve belki de en acı gerçeği olan ölüm... Buna rağmen, ben hayatım boyunca hiç böylesine tanıdık bir sözcüğün, canımı bu kadar acıtabileceğini düşünmemiştim!
🌙
Kanser olduğunuzu öğrenmişsiniz anladığım kadarıyla, bu yüzden bırakıp gitmişsiniz Öznur'u. Sizi pek tanımıyor olduğum halde, bu terk edişin hayatınızda yaptığınız en büyük hata olduğuna yemin edebilirim.
Gerçekten O'nu hiç tanıyamamışsınız, Orhan Bey. Öznur'un birini gerçek anlamda severse, o kişi için her şeye katlanıp her şeyi göze alacağını idrak edememişsiniz. O'nu yaralamış, ama acısını hissedememişsiniz. Sözde O'nun üzülmemesini isterken, asıl sizin kendisini nasıl paramparça ettiğinizi dahi görmemişsiniz.
Her neyse, bunları konuşmak artık çok gereksiz. Yitip gitti işte, sizin yazdığınız son açıklamaları bile öğrenemeden göçüp gitti.
Şimdiyse ardında, size yaşarken veremediği en büyük iki cezayı bırakıyor: Ömürlük bir vicdan azabı ve sonsuz bir pişmanlık...
🌙
Zeynep'e -mektubunuzdaki son cümlelerden Öznur'un kızımızın adını Zeynep koymak istediği anlamını çıkardım- bakacak gücüm, deneyimim ve zamanım yok. Annem de onunla ilgilenemeyecek kadar yaşlı, Öznur'unki zaten uzun yıllardır hasta.
Ne yapacağımı büsbütün şaşırmış durumdayım, sanırım O'na bir bakıcı tutmam gerekecek.
Her neyse, bunlar beni ilgilendiren vakalar; affedersiniz, birdenbire kalemimden dökülüverdi işte.
Bu arada merakınızı gidermiş olayım, fotoğrafınıza baktı evet. Hem de gözlerini açtığı ilk gün...
Eve geldiğimde, donakalmış bir şekilde elindeki fotoğrafı incelerken bulmuştum O'nu. Tıpkı sizin yazdığınız gibi bakıyordu: Yüzünüzü ezberlemek istercesine!
"Ne o, aile fotoğrafınız mı?" diye sormuştum.
"Hayır, eski eşimin fotoğrafı" demişti kayıtsızca. "Geçmişte nasıl biriyle evlendiğimi merak ettim de..."
Sonra fotoğrafı bana göstermişti; ikinizin yan yana olduğu bir kareydi bu, habersiz çekilmişe benziyordu. El ele tutuşmuş, gülümsüyordunuz.
Öznur ile bir kez olsun böyle bir an yaşamayı delice arzuladım o sırada. Belki de ilk defa o gün, O'nu sizden kıskandım.
Ben hep, O mutlu olsun diye uğraştım, fakat siz arkanızda bir yıkıntının enkazını bırakmışken bunun gerçekleşmesi oldukça güçtü.
Hedefim, sizin onda açtığınız yaraları teker teker sarmaktı. Bunu gerçekleştirebilmek için harcadığım çaba ise, tıpkı kırılan cam parçalarını bantla tutturmaya çalışmak kadar manasızdı!
Yazdıklarınızdan; Öznur'un hamile kaldığını, terk edilişinin ardından bebeği düşürdüğünü ve sizin bunu bu vakte değin bilmediğinizi çıkardım. Umarım, umarım yanılıyorumdur! Siz bu kadına neler çektirmişsiniz öyle!
Bir de şu var: Mektubunuzda, "benim özlemiyle yanıp tutuştuğum dudaklar onun için aralanıyor artık" şeklinde bir cümle kullanmışsınız. Aslında bunu size neden söyleyeceğimi kendim de tam olarak bilemiyorum, fakat içiniz rahat olsun, o dudaklar hiçbir zaman benim için aralanmadı!
Bunu daha önce hiç fark etmemiştim, ama anlıyorum ki O sizi hakikaten çok sevmiş; siz bu sevgiyi zerre kadar hak etmemişsiniz, orası ayrı.
Uzun lafın kısası: Her ne kadar bunları bilmeye hakkınız olmasa da, size bu mektubu yazmak istedim; çünkü eğer Öznur yaşasaydı, O da aynen böyle yapacaktı.
25.07.2022
İmza: Levent Korkmaz
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Geçmişin Aynası
Short StoryMektup tarzında bir hikayedir. * "Seni bırakmayacağım" demiştin. Öyleyse, sabahları neden yalnız uyanıyorum?