Bir yıl daha nasıl da geçti değil mi? Daha dün gibi aklımda anneler günü hakkında yazdığım yazı. Annesiyle ilişkileri çıkmaza giren gençlere ve annelere öğütler vermişim. Bu yıl ise öğütler değil, sanırım yazmak istediğim. Yaklaşık 20 yıl olmuş sevgili annemi kaybedeli, yıllar ne de çabuk geçmiş. O yıl doğan bebekler şu anda 20 yaşında genç kızlar ve delikanlılar olmuşlar ve hatta bazıları hızlarını alamayıp anne baba bile olmuş.
Hayat bir kum saatinden dökülen tanecikler gibi bir taraftan diğerine akıtıyor yılları ve bizler kendimizi bir tarafta çocuk diğer tarafta anne olarak buluveriyoruz. O geçmediği düşünülen anlar, saniyeler, saatler geçip gidivermiş. Nice hayatlar gelmiş, nice hayatlar veda etmiş dünyaya.
Bir anne değilim belki ama sevgili oğlumun yeri geldiğinde altına değiştirmiş, yeri geldiğinde mamasını yedirmiş, yeri gelmiş giysilerini yıkamış, yeri gelmiş ateşlendiği geceler başında sabahlamış bir baba olarak şunu artık çok iyi biliyorum. Bir çocuk yetiştirmek, onu bir yerden diğerine, bir hayattan başka bir hayata taşımak çok zor olduğu kadar çok da keyifli bir uğraş. Yaşarken asla bitmeyecek gibi gelen bu uğraşın kişiye kazandırdıkları ise götürdüklerinin yanında aslında çok fazla. Çok fazla deneyim, çok fazla farkındalık getiriyor insana, başka bir insanın girdiği hayat yarışında yanında olmak.
Yanında olmak evet, birçoğumuzun günü geldiğinde başka birçoğumuz için yapamadığı, yapmadığı o en ince ve en duyarlı fedakârlık. Bu satırları okuyan kaçımız (ben de dahil) sevdiklerimizin yanında olabiliyoruz. Annemizi, babamızı ve hatta sevgililerimizi onlar adına saptanmış yapmacık günler dışında hatırlıyor, arıyor, soruyor ve kucaklıyoruz ya da kaçımız ateşlendiğimiz bir gece sabaha kadar başımızda beklemiş annemizi hatırlamak istiyoruz. Hatta bazılarımız aynen şöyle diyor " e dünyaya getirdiler bakacaklar tabii ki".
Acı bir gülümseme yayılıyor dudaklarımda ama kızmıyorum onlara naifliklerine ve hatta bencilliklerine. 17 ağustos depreminden ya da Dünya'nın bilmem hangi çatışmalı yerinden kalma "yavrusuna kendini siper etmiş" anne fotoğrafı canlanıyor zihnimde ve gözlerimden belli belirsiz birkaç damla yaş süzülüyor.
Birden kendi annemi ne kadar da çok özlediğimi fark ediyor. Tam yirmi senelik yalnızlığın ve annesizliğin verdiği hüzün acı bir zehir olup çöküyor böğrüme, eski sararmış siyah beyaz fotoğraflar arasında mutlu günlerim geliyor aklıma. Annem ve sarı saçlı bir bebek var fotoğraflar da... Hayat bir kum saatinden dökülen tanecikler gibi bir taraftan diğerine akıtıyor yılları, oğlum gözümün önünde büyümeye devam ediyor ve ben hep gözümün önünde olsun yanında olabildiğim kadar çok yanında olayım diye dua ediyorum. İçimde bir şeyler susmuyor bugün ve evet çok gecikmiş de olsam "annemi özlüyorum.
Avunmak için bu yazıyı yazarken, bir yandan meraklı gözlerle "haydi gel oyun oynayalım babacığım" gözleriyle bana bakan oğluma ve kelimeleri yeni çözmeye başlamış kızıma sarılıyorum.
...ve hayat bir kum saatinden dökülen tanecikler gibi bir taraftan diğerine akıtıyor yılları...ve kendini...
Hepinizin anneler gününü kutlarım. Söyleyecek başka sözüm yok, daha ne diyeyim, "annenizi sevin sayın" gibi klişe laflar mı?...
Dr. Psikolog Murat SARISOY
www.muratsarisoy.com
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Psikoloğun Seyir Defteri
RandomBiz insanlar toplumsal bir varlık olduğumuza göre; nasılsa, bu toplumun ürettiği sorunlarla eninde sonunda mutlaka karşılaşacağız. Yaşayacağımız sorunlar aşağı-yukarı aynı gibi... İşte, Dr. Psikolog Murat Sarısoyun kaleminden, bazı toplumsal sorunla...