"Ben sadece bir gecede büyüdüm" dedi danışanım, "ben sadece bir gece de büyüdüm"... kendime ait geçmişin tozlu ve bir o kadar acı anılarında kalmış bir gecemi düşündüm o anda, benim bir gecemi... öyle bir gece ki beni 13 yaşında iken 30 yaşların olgunluğuna ve metanetine ulaştıran, ve sabahında 70'lerinde bir ihtiyar olan dedemin gelip, kız kardeşimle beni o sıcacık o kocaman kollarıyla sahiplenişini, daha üzerine rahmet yağmamış babamın büyüdüğü o hafif hafif rutubet kokan, dut ağaçlı bahçeli evi bize de açışını hatırladım.
Yazdan yaza gittiğimiz içinde büyüyeceğimi hiç de aklıma getirmediğim o bahçesindeki dut ağacından defalarca düşeyazdığım, yarı ahşap Karadeniz evi ve üniversiteyi kazanmam uğruna bana tahsis edilmiş, o geniş sayılabilecek sobalı odayı... Dolap kısmına sevdiğim şarkıcıların kasetlerini özenle dizdiğim, o çekyat divanı...
ve üniversite yılları ki annesiz babasız, kısıtlı bütçelerle, devlet yurdunun ruhsuz duvarlarına, deseni solmuş çarşaflı ranzalarına öykünerek, bazen bir öğrenci evi çayının sıcaklığına bandırılmış bir pötibör bisküvinin tadıyla avunmaya çalışılan...
bir gece ki sonradan Dünya'yı ve danışanlarımı daha da kolay anlamamı sağlayacak öksüzlüğü ve de yetimliği getiren... ve kaderin cilvesi midir, bilinmez Tanrı meslek yaşantım boyunca bana yaşamı ve ölümü gözlemleyebileceğim pek çok gece ve gün ve saat ve de dakika hediye etti. Kanser servisinde yatan günün sabahında sağ, akşamına doğru vefat etmiş 8 yaşındaki bir kız çocuğunun anne babasının, beyaz çarşafı kaldırıp son vedalarını izlemek oldu kimi zaman bu dakikalara sığan. Kimi kez ise 20'lerinde vurulmuş Mehmetçiğin "beni kurtarın komutanım" haykırışı oldu memleketimin en doğusunda ve en büyük gölün kıyısında bir askeri hastanede...
...ve hiçliğin ortasında yol aldığımız bir şubat ayında, kar altında bir Çaldıran ovasında, sanki yabancı bir gezegen kıvamında... hani şu naçizane yazılmış ilk kitabımda "asıl olan yolda olmaktır" demişim ya... eksi 30 derecelerde sınır karakolunda, pusu tepelerinde kimsenin geçmediği sınırı gözleyen askercikleri de görmüşüm ya... ve böbrek yetmezliği nedeniyle haftanın üç günü dörder saat insanın kanını ve her şeyini ağır ağır sömüren bir makineye bağlı genç yaşlı, zengin fakir bedenleri görmüşüm ya... sevgili mesleğim ne de çok şey göstermiş, sevgili Tanrım bana ne deneyimler nasip etmiş, ben de an be an büyümeye devam etmişim ve de ediyorum.
Peki ya siz düşündünüz mü hiç, dünden beri ne gördünüz ve şu satırları okuduğunuz andan beri ne kadar başka başka anlarınızı hatırladınız... Büyüten gecelere, ölümlere, hastalıklara, ve kayıp giden yaşamlara dair kısacık anlara sahip çıkmalı insan ve sadece insan olduğunu asla unutmamalı... ve her ne olmuş olursak olalım, yaşamda ne tür ünvanlar ve mevkiler ya da kazançlar elde etmişsek olalım; sadece insan olduğumuzu asla ama asla unutmamalı...
Dr. Psikolog Murat SARISOY
www.muratsarisoy.com
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Psikoloğun Seyir Defteri
RandomBiz insanlar toplumsal bir varlık olduğumuza göre; nasılsa, bu toplumun ürettiği sorunlarla eninde sonunda mutlaka karşılaşacağız. Yaşayacağımız sorunlar aşağı-yukarı aynı gibi... İşte, Dr. Psikolog Murat Sarısoyun kaleminden, bazı toplumsal sorunla...