Kısa, çok kısa bir an; birine dünyaları da verebilir, birinden dünyasını da alabilir. Mihriban o sayılı dakikalarda kaybettiği sandığı dünyasına kısa bir an da olsa kavuşmuş ve yıllardır hasret kaldığı anne kız kucaklaşmasına doyamasa bile tekrar tatmıştı. En son annesinin göğsüne yaslanıp da saçlarının okşandığı zamanı getirdi hatırına bir an. Sanırım babasının ölümünden bir kaç gün sonraydı. Geçen acı dolu bir kaç günde sadece kızından güç almıştı Nevin hanım. Sonrasında ise bütün dirayetini kaybetmiş ve haybeye gün doldurmaya başlamıştı. Yaklaşık 20 dakika kadar süren gerçek zamanlı bir sohbetin ardından, annesi yeniden zaman/mekan kavramını yitirmiş, artık onun için normal olan bir seyre geri dönmüştü. Ne kadar kısa sürerse sürsün, genç kadın için paha biçilmez dakikalardı bunlar. Bir süre sonra yanlarına gelen Gülsüm hanım, annesini odasına götürmüş ve ilaçlarını verdikten sonra suni uykusuna dalmasını beklemişti. Suniydi çünkü ilaç içmediği takdirde saatlerce uykuya dalamıyor ve zihninin giderek karışması ile karşı karşıya kalıyordu Nevin hanım. Artık şaşmaz bir rutine oturan alışkanlık, yine aynı düzende devam etmek zorundaydı.
Annesi odadan çıktıktan sonra kendiyle baş başa kalan Mihriban, karanlık bakışlı adamın söylediklerini düşündü yeniden. Ne demek istemişti, 'benim yalnızlığım sana emanet' derken? Aklına türlü ihtimal gelse de o yine de hiçbirinin kesinliği konusunda tatmin olamıyordu. Bir süre kendisiyle baş başa kaldıktan sonra odaya giren hemşiresi serumunu kontrol edip alması gereken ilaçları içine zerk ettikten sonra çıkmıştı odadan. Güler yüzlü ama işinde oldukça ciddi bir kadındı. Doktorunun söylediğine göre kıdemli bir yoğun bakım hemşiresiydi ve ondan daha iyisini düşünemezdi Mihriban için. Keza istihbarat yetkilileri de hemşirenin sicilini araştırmış ve bu talebe onay vermişti. Devletin yürüttüğü çok gizli ve önemli bir operasyonun şans eseri başka bir ayağını soruşturmak zorunda bulmuştu kendini ve bu uğurda az kalsın canından oluyordu. Devletinin gözündeki kıymet-i harbiyesinin bu denli büyük olduğunu görmek ister istemez gururunu okşuyordu genç kadının. İlaçların etkisiyle daldığı uykusu onu bir kaç saat de olsa sıkıntılı düşüncelerden azat edecekti. Fazla direnmedi ve yorgun vücudunu uykunun hakimiyetine bıraktı.
Mihriban'ı evinde görmesinin ardından birkaç gün geçmişti henüz. Ancak yaptığı görüşmenin hala etkisindeydi Devrim. Günler sonra genç kadını kanlı canlı karşısında görmüş ve iyi olduğuna kendini ikna etmişti. Üstelik onun yatak odasına kadar girmiş ve en mahremine tanık olmuştu. Baş ucundaki çerçevede bulunan fotoğraf geldi bir an gözlerinin önüne. Annesi ve babasının arasında oturmuş, elindeki kırmızı balon ve pamuk şeker ile objektife en samimi gülüşünü sergileyen, ön dişleri yeni dökülmüş küçük kız çocuğu. O yaprak yeşili gözlerinden taşan mutluluğun, bir şeylerin sonu olduğu tahmin etmek güç değildi. Babasını o fotoğraf çekildikten çok kısa bir süre sonra kaybetmişti çünkü. O saatten sonra, mutluluklar, gülüşler, fotoğraf kareleri bile yarım kalmıştı. Bir an kendi durumuyla karşılaştırdı Devrim. Hiç bir şekilde anne ve babayı tanımamak mı daha üzücüydü, yoksa onların şefkatini tattıktan sonra sonsuza dek kaybetmek mi? Sahip olmadığı bir hissi kaybetmenin tahayyülünü yapacak durumda değildi şu an. Aklını dolduran tek his; kendisini birden karşısında gören genç kızın şaşkın bakışlarının ona ne kadar yakıştığıydı. Gözlerindeki ormanda kaybolmak mümkün olabilseydi belki hayatının en temiz havasını çekebilirdi içine. Öyle bir ferahlık vardı o bakışlarda çünkü.
Konağın bahçesinde gergince aldığı adımlar, biraz sonra yapılacak aşiretler toplantısı yüzündendi. Bu gerginliği biraz olsun Mihriban ile yaptığı sürpriz görüşmenin hatıralarıyla dağıtmak istiyordu. Onu bir daha ne zaman göreceği ise muammaydı. Dışarıda bekleyen adamlardan birisi içeri yönelip, "Abi geldiler, içeriye haber ver istersen." deyince dalgınlığından kurtulup vazifesinin başına döndü. Fırat'a mesaj atarak, bekledikleri misafirlerin geldiğini haber verdi. Bu sefer ki toplantıda Firaz Roni'ye büyük oğlu Fırat'ın haricinde Devrim de eşlik edecekti. Gelen aşiret reislerinin ve yanlarındaki korumaların üzerleri aranmış, telefon ve silahlarına toplantı süresince el konulmuştu. Toplantının yapılacağı büyük salona doğru konuklara eşlik etmeden evvel kendisi de silahını ve telefonunu dışarıda bekleyen güvenliğe teslim etmişti. Bu davranışı bir şekilde gelenlere 'eşit şartlardayız' mesajı vermek adınaydı. Roni'nin sağ kolu dahi silahını ve telefonunu bırakıyorsa, her şey kuralına uygun demekti. Ama o gün o salonda bulunan kimsenin, Devrim'in ya da kod adıyla Devran'ın üzerinde ustaca gizlenmiş ceket düğmesi şeklindeki dinleme cihazından haberi yoktu. Dahil olduğu toplantıların vazgeçilmez aksesuarıydı bu ayrıntı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kara Kutu
Mystery / ThrillerSiyahın içindeki beyaz nokta ile beyazın içindeki siyah nokta hiç ummadıkları bir yerde ve beklemedikleri bir anda karşı karşıya gelirse ne olur? Siyah mı beyazı yutar, beyaz mı siyahı? Belki karışıp yeni bir renk olurlar. Belli mi olur? Giz ile aşi...