''İstemiyorum.'' Kesin bir dille reddetti. Biran evvel eve dönmeliydi.
''Yalnızca seninle yürümeme izin ver.'' Adımları hiç istifini bozmadan yolu arşınlıyordu. ''Bu taraftan,'' Peşindeki sese sebepsiz itaat etti.
''İnsanlar kötü.'' Sesi titredi. Ömründe belki ilk ve son defa göreceği bu varlığa kelimelerinin bağı çözülsün istedi. ''Kimse kimseyi dinlemiyor, duymuyor ve acısını hissetmiyor. Üstelik bunu en çok da en yakınımız, kanımız olanlar yapıyor.'' Ellerini göğsünde kavuşturup ağlamaklı bir nefes verdi. Boğazı pütürlüydü. ''Kimse kimsenin omzuna baş yaslayamıyor, soluklanıp nefes alamıyor. Hiç kimse kimseyi dinlemiyor.''
''Eskiden radyo vardı. Dolayısıyla insanlar dinlemeyi ondan öğrenmişlerdi, biliyorlardı. Fakat şimdi her şey üç beş saniyenin içinde ve görsel. Yani insanlar artık acı çektiğini bile birebir görmek istiyor, ancak öyle inanıyor.''
Dudak büktü. ''Hiç kimse kimsenin acısını anlama çalışmıyor, insanlar çok kötü.''
''İnsanlar artık kitap okumadığı için bilgiyi yeterince beyin süzgecinden geçiremiyor.''
''Yüz yüze gülümsüyorlar fakat sırtını çevirmekle başlıyor oyunlar, entrikalar, iftiralar... İnsanlar çok kötü.'' Sonunda genzini zehir gibi yakan hıçkırıkları özgür bıraktı. Hırçın ayakları yeri döver gibi basıyordu. Üç beş adım daha atmıştı ki, yarısına kadar dolu kutuya bastı ve içindeki meyve suyu beline kadar fışkırdı. Sağ ayağı ile tepinip olduğu yere çöküverdi. Meyve suyu avuç içine, parmaklarına bulaşıp ince bir iplik gibi dallandı, kıvrıldı ve en sonunda taş zeminde süzüldü. Şeftali kokusunun burnundan içeri sızıp zihninde bir yerlere dokunduğunu hissetti. Naif, şekerli, hoş bir kokuydu.
''Anıları saklamak istiyorsan eğer onları kokularla birleştir.''
''Saklayacak bir anım yok.'' Konuşan sesi kestirip atmıştı. ''İnsanlar çok kötü.''
''Acıyı dindirmenin en basit yolu önce onu kabullenmektir bilirsin.''
Dudak büktü. ''Bir gün o insanlar kadar kötü olmaktan korkuyorum.'' Sırtını kamburlaştırıp gözyaşlarını akıtmamak için başını zifiri karanlığa kaldırdı. Gözleri buğuluydu, yüzünü seçemiyordu. Görmek için çabalamadı. ''Yardımlaşmayı bırakmaktan, güler yüzü terk etmekten, dedikodusunu yaptığım insana dost gibi davranmaktan korkuyorum. İkiyüzlü olmaktan, incitmekten, insanların acısını anlayamamaktan korkuyorum.'' Yumruğunu sıkıp pütürlü bir nefes aldığında şeftali kokusunu çekti.
''Her şey dozunda güzel.''
Ağlayan gözlerini yapış yapış olmuş avucuna indirdi. ''Mutsuz evlilikler, kavgalar, tartışmalar, kaos, salgın, açlık... Bir sürü acı var dünyada ve ben hepsini...'' Yumruk yaptığı elini göğsüne pata küte vurdu. ''Şuramda hissediyorum.''
''Konudan konuya geçiyorsun.''
''Çok yorgunum.'' Tuhaf bir halsizlik bedenine yayıldı. Uyuşukluk zihninde parladı.
''Cümlelerim senden yana olmadığı halde anlatmaya devam ediyorsun.''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HİÇ
General FictionHİÇ Şu evrende herkes birine aitti. Herkesin bi sevdiği, kollayanı, sahipleneni vardı. Ekmeğini bölüşeceği, derdini paylaşacağı, affına muvaffak olduğu birileri vardı; benim yoktu. Oysa vereceğim ne çok sevgi, huzur ve güven vardı. Bendinde dolu bir...