''Hepimizin kendi içinde kurulu bir mahkemesi vardır. Zaman zaman yalnız kaldığında yargılar: Kimi güzelliğini, kimi sakarlığını...''
''İnsanın kendine acımasızlığı bundan mıdır?''
''Evren de her şeyin bir sınırı vardır. Sınırlar aşıldığında akıl da şaşar.''
''Yargıla ama kendine acımasız olma, diyorsun.''
Başını eğip yana çevirdi. Meydandaki kadın çocuğunu çoktan videoya almıştı, elinden tutup peşi sıra yavrucağı sürümekteydi.
''Çocuğun neşesi yarım kaldı.'' Dedi kız hüzünle.
''Yapay hayatlar yaşıyoruz.''
''Toprakta gösterişsiz oyunlar oynardık. Öfkeler, kızmalar, sevinçler, gülüşler gerçekti. Şimdi ise her şey, öyleymiş gibi, gösteriliyor.'' Kelimeleri yapay hayatları tanımlamıştı.
''Yalnızca bakma duyumuzu kullanıyoruz. İşitme, dokunma öldü.''
''Bu nedenle eskisi gibi insanların acılarını içselleştiremiyoruz.''
Gülümsedi.
Meydanda ki boyacı önüne gelen ayakkabılara karalar çalıyor, kadın emzikli yavrusunu sürüyüp el açıyor, insanlar itiş sıkış yürüyordu. Gözlerini kapattı. Kalabalığın sesini dinledi. Börtü böcek, kuş, yaprak hışırtısı... Bunlar yoktu. Kızgın bir kalabalığa karışan makinaların sesi vardı. Bunaldı. Gözlerini açıp ufuktaki ince lacivert çizgiye çevirdi. Göremedi. Apartmanlar ufkun önünü kesmişlerdi. Sokak lambasının biri yandı. Hemen ardından diğerleri.
Kız bakışlarını kendisine seslenen garsona çevirdi. Geç olmuştu ama ondan ayrılmak istemiyordu. İlk defa kendisini anlaşılır, anlamlı, şu kısacık yaşam telaşında bir yere ait ve var buluyordu.
''Bir çay daha lütfen.'' Garson gözünün içine bakmaya devam etti. Kız hiç istifini bozmadan burnunu lavantaya yaklaştırdı. Derin bir nefes aldı. Garson ardını dönüp giderken dokunulmamış bardak dikkatini çekti.
''İçmemişsin.'' Soğumuş çayı kendine çekti. ''Değiştirelim.''
''Yürüyelim mi?'' Eli bardak altında kaldı. Onunla yan yana, iki kişi... İç ısıtıcı buldu.
''Elbette.'' Sorgusuz kabul etti. Çayı iptal edip hesabı istedi.
Kapıdan çıktılar. Kibardı. En son ne zaman birisinin kendisine bu denli nezaket dolu olduğunu düşündü. Yoktu. Yaşam belki de şimdi vaat ediyordu. Tadını çıkarmalıydı.
Ayak tabanı yeri yokluyordu. Uyumluydu. Elleri kemikli ve berraktı. Sokak lambasının sarı ışığı altında cezbedici görünüyordu. Kül rengi kıvrımlı saçları alnına dökülmüştü.
''İnsan zamanı unutur mu?''
''Zaman kavramı unutulur mu?'' Soruya soruyla karşılık vermişti. Düşüncelerini merak ediyordu.
Gülümsedi. Ne hoş bir tebessümdü bu. Kıvrılan dudakları kalbini serinletmişti. ''İnsan zaman kavramını unutur: Ya en sevdiği ileyken veya en kötü anında. Ya dipte ya tavanda...''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HİÇ
General FictionHİÇ Şu evrende herkes birine aitti. Herkesin bi sevdiği, kollayanı, sahipleneni vardı. Ekmeğini bölüşeceği, derdini paylaşacağı, affına muvaffak olduğu birileri vardı; benim yoktu. Oysa vereceğim ne çok sevgi, huzur ve güven vardı. Bendinde dolu bir...