"sed omnia praeclara tam difficilia, quam rara sunt"
Küçük bir çadır.Yine de kamptaki diğer çadırlardan daha konforlu.Köşede küçük,ahşap bir masa var,masayı dört sandalye çevreliyor.Çadır yıllardır kullanılmanın sonucu olarak yıpranmış,delinen yerlere ise renk renk kumaş ile yama yapılmış.Dikişlerin beceriksizliği beni neredeyse güldürüyor,her zaman kendi işlerini kendisi yapmak konusunda inatçı olmuştur.
Masanın üstünde ki saksı ilişiyor gözüme.Yaprakları kararmaya yüz tutmuş,türünün ne olduğu belli olmayan bir bitki var içinde.Beş yıldır aynı yerinde duruyor,ne anlama geldiğini hala bilmiyorum.Sadece onun için önemli olduğunu biliyorum,hepsi bu.
Doğruyu söylemek gerekirse,hakkında bildiklerim anlattıkları ile sınırlı.Dünya henüz daha iyi bir yer iken ve her şey yıkılmadan önce sıradan bir insanmış,sabah işe giden akşam ise yanlız yaşadığı evine dönen.Ailesi ve sevdiği insanlar varmış ama savaş ondanda bizden aldıklarını almış,sıradan yaşamı kesintiye uğramış ve kendini milyarlarcası gibi kıyametin ortasında bulmuş.Bildiklerim işte bu kadar,onu neredeyse ölmek üzere iken bulduğum gün hakkında ise asla konuşmadı.
Açlıktan ölmek üzere olduğunu söylemişti kamp doktoru ama çantasından hiç dokunulmamış yiyecekler çıkmıştı.Hiç sormadım kendini neden ölüme terk ettiğini,o da anlatmadı.
Kamptakiler ona "liderin vicdanı" diyor,yani benim vicdanım.Ne zaman zor bir karar almak zorunda kalsam ve ne zaman insanlığımdan bir parçayı daha yitirsem,kendimi bu eski çadırda buluyorum.Bir şeyler anlatmak için değil,genelde susmak için gelirim buraya ve onun neşeyle havadan sudan konuşmasını dinlerim.Bu beni bir nebze rahatlatır,içinde bulunduğum durumdan uzaklaşır ve kendimi eski güzel günlerde gibi hissederim.
"Çadırımı sana vermemi istermisin?"
Kucağında yine kararmış yapraklı bitkiler olduğunu görmek beni şaşırtmıyor.Bilim adamları,dünyadan ve içindekilerden umudunu keseli çok oldu ama o inatla daha iyi bir dünya için uğraşıyor.
"Yine ormana gitmişsin,hemde yanlız,"dedim.Elinde ki bitkileri masanın üstüne koyuyorken bana dönüp ters bir bakış attı."Hiç bakma öyle,saldırılar sıklaştı.Bir dahaki sefere Savaş'ı yanına al."
"Savaş ile gitmektense diğer çetelere yem olurum daha iyi,"dedi.Ellerinde çamur lekeleri vardı,dün gece yağmur yağmıştı tabi ne kadar yağmur denirse,yine de toprak çamurumsu bir hale dönmüştü.Ellerinde ki çamuru eteğinin ucuna sildi,kaşları hafifçe çatılmıştı."Herkes toplanıyor,seni takip etmeye kararlılar ama korkuyorlar."
Hep böyledir,görünenin arkasında görünmeyenide görür.Sessiz ama iyi bir gözlemcidir.Belki de ondan tutuyorum onu yıllardır yanımda,bende benim bile göremediklerimi gördüğü için.
"Zorlu bir yol olacağını kabul ediyorum,var olmayan ülkeye giden yol tehlikelerle dolu."
Yüzü bir anlığına gölgeleniyor,masanın üstüne bıraktığı otları ayıklamaya başlıyor."Barış Yesari'ye ortaklık teklif etmişsin."Bunu soru sorar gibi değilde,bir gerçeği vurgulamak açısından söyler gibiydi ses tonu.Otların bir kısmını,kararmış ve sapı neredeyse kopmak üzere olan bir çaydanlığa koydu,üzerine biraz su koyup kenera aldı."Tahir'in yaraları için,"dedi dikkatle baktığımı görünce.
Tahir,bir kaç gün önce yaralanmıştı.Batı çetelerinden biri ile kısa bir münakaşa yaşamış,sağ tarafına bir bıçak darbesi almıştı.Şansına yara derin değildi,böbreğini es geçmiş hayatı bir tehlike arz etmiyordu.Yine de elbet tedaviye ihtiyacı vardı,iki gündür kendi çadırında dinleniyordu.Buradan çıkınca onu da ziyaret etsem iyi olacaktı,çete içinde en güvendiklerimden biriydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bellum
Fanfiction"lustum enim est bellum quibus necessarium, et pia arma ubi nulla nisi in armis spes est." Üçüncü dünya savaşından sonra insanlık yerle bir olmuştu. Birbirimizle yarışırcasına diktiğimiz binalar artık sadece birer harabeydi,yüzlerce hayvanın nesli s...