"Si vis amari,ama"
"Sevilmek istiyorsan,sev"
******
"Bu gece buradayız!"Yarım gündür yürüdüğümüz için herkes bitkindi,özellikle Suna.Takip edilmediğimizden emin olduğumuz için kamp kurmaya karar vermiştik.
Kamp için durduğumuz yer yıkık binalar ile dolu bir yer,akşam olduğu için gökyüzü gündüz olduğundan çok daha fazla karanlık.Geriye sadece moloz yığınları kalmış,bazı binaların ise sadece giriş katları sağlam.Biz binaların sağlam yerlerine değil,tam ortasında ki açıklığa kuruyoruz çadırları.Böylelikle gelecek bir tehlikeye hazırlıklı olabiliriz.Adamlarımızın bir kısmını nöbetçi olarak etrafa yerleştiriyoruz,bir kısmı ise iki saat sonra nöbeti devrelacak.O zamana kadar dinlenmek için herkes çadırlarına çekiliyor.Fırat'ın,Rose ile birlikte bir çadıra girdiğini görüyorum ve kendim ilk nöbeti tutmak için bir moloz yığının dibine çöküyorum.
Eskiden İstanbul'u izlemeyi çok severdim.İnsanlar çarpık yapılaşmadan her daim şikayet ederlerdi ama ben etmezdim.Yüksek bir yere oturur sonra binaları izlerdim,o binalarda yaşayan insanların nasıl insanlar olduğunu tahmin etmeye çalışırdım.Bu beni mutlu ederdi,babamın ve Savaş'ın beni soktuğu buhrandan çıkmama yardımcı olurdu.Etrafimdaki yıkılmış,yerle bir olmuş şehre bakarken bunları düşünüyorum ve içimi kaplayan hüzne engel olamıyorum.
"Eski halini hatırlıyor musun?"
Soru beni kendime getiriyor.Galiba çok daldığım için düşüncelere yanıma oturan kişiyi fark etmemişim.Kafamı sağ tarafa çevirdiğimde Rose'u görüyorum.Kadından pek hazetmemiş olmama rağmen sürekli etrafımda ve benimle devamlı olarak konuşmaya çalışıyor.Bu yüzden cevap vermiyorum,belki rahatsız olduğumu anlar ve kalkıp gider diye.
Rahatsız olmuşa benzemiyor ya da benim ne düşündüğümü umursamıyor,konuşmaya devam ediyor."Ben unutmaya başladım,eskiden nasıl bir insandım? Neyi sever? Neden nefret ederdim? Bu soruların cevapları silinmeye başladı."
Sessiz kalıyor bir kaç dakika,bende bu sürede dayanamayıp yeniden ona bakıyorum.Üzerinde yine uzun bir etek var,etek çamur içinde,yüzünde ise küçük bir morluk var,İvan'ın adamlarından küçük bir hatıra."Bende unuttum,"diyorum.Oysa ki konuşmamaya kararlıydım."Güzel Sanatlar birinci sınıf öğrencisiydim,"diye devam ediyorum.Sonra başka şeyler hatırlamaya çalışıyorum,benim için önemli olan şeyleri ama hatırlamakta zorlanıyorum.Sahiden nasıl biriydim? Bu kadar sert değildim sanırım,daha yumuşak başlıydım."Bir de piyano çalardım."Evet,işte bu dediğimi gayet net hatırlıyorum.Beyaz bir piyanom vardı,doğum günümde babam hediye etmişti.Normalde sevmezdi benim güzel sanatlarda okumamı.Peşinden gitmemi,adımlarını takip etmemi isterdi ama ne olduysa onbeşinci yaş günümde bana o beyaz piyanoyu almıştı.Çok sevinmiştim yani sevinmiş olmalıyım,sonuçta ilk kez beni önemsediğine dair bir işaret göstermişti.
"Bende gitar çalardım,"dedi sonra güldü.Dönüp yeniden ona baktım,hala yüzünde bir gülümsemenin izleri vardı ama hüzünlü bir ifadeydi bu."Yani sanırım çalardım,tam emin olamıyorum ama bir gitarım olduğunu anımsıyorum.Belki de almış ama çalmayı öğrenememiştim."
Cevap vermeye hazırlanıyordum ki önümüzde ki harabe binadan bir şey fırlıyot.Hemen ayağa kalkıyorum,belimde ki silahıma uzanıp Rose'a kafamla arkama geçmesini işaret ediyorum.Kafa hareketini görmesine rağmen dinlemiyor beni,yanımda yürümeye başlıyor.
Binaya doğru yürürken el fenerini açıyorum,zayıf ışığı molozları aydınlatıyor ama bir şey göremiyorum.Belki de diken üstünde olduğum için yanlış duydum diyeceğim ama yanımda ki kadında benimle aynı şeylere şahit oldu.
Belki de İvan'ın adamları peşimize düştüler,patronlarının intikamını almak istiyor olmaları olası ama onlarında böyle sessiz sedasız yaklaşacağını sanmam.Gürültüyü şamatayı seven tiplerdi hepsi,gelişleri de buna uygun olmalı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bellum
Fanfiction"lustum enim est bellum quibus necessarium, et pia arma ubi nulla nisi in armis spes est." Üçüncü dünya savaşından sonra insanlık yerle bir olmuştu. Birbirimizle yarışırcasına diktiğimiz binalar artık sadece birer harabeydi,yüzlerce hayvanın nesli s...