BÖLÜM 7

10 3 3
                                    

Hastanede oluşumu idrak edeli bir ayı geçmişti. Başlarda iyileştiğimi düşünüyordum ama şimdi bu iyileşmenin uzun yıllar süreceğini biliyordum. Paramparça olmuş bir aynayı bir kaç günde eski haline getirmek zordu. Zaten parçalanan hiç bir şey eskisi gibi olmazdı.  Bununda farkındaydım. Beni bir fırtına vurmuştu. Öyle şiddetli bir fırtınaydı ki bu ben bile savrulmuştum. O zamanlar bilmiyordum ama o fırtına yolumun üstünde ki tüm pislikleri de savurmuştu. Şimdi bir iki adımdan fazlasını atmalıydım tekrardan kendime ait olan o yola ulaşmak için. Uğraşıyordum. Ne yalan söyleyeyim bazen adam akıllı  yaşamak bile gelmiyordu içimden. Hâlâ eskinin kırıntıları kaşındırıyordu  vücudumu.  

Yataktan kalktım. Gelen sonbahar yavaş yavaş şiddetleniyordu. Gelecek olan kış bu safer sert geçecekti. Bir iki adım da camın  önüne  gelmiştim. Beni iki hafta önce farklı bir odaya almışlardı. Başlarda nedenini anlamamıştım. Annem gelişim gösterdiğim için demişti ama tombul hemşireler kendi aralarında konuşurlarken duymuştum. Yan odamda ki Görkem ölmüştü. Nasıl ölmeyi becermişti bilmiyordum ama hırslı adamdı. Gitmişti ölümle birlikte. Onun ardından yasını tutup gerçek ölümü yaşayacak olan biri ve ya birileri var mıydı bilmiyordum. Ne acıydı... Önceden ölüm beni bulunca huzur bulacağım sanıyordum. Bencilce istiyordum bunu. Fakat ölünce annemi her gün binlerce yerinden bıçaklayacak son nefesini vermeden hayatta tutacak bir ölüm bırakacaktım. Ben ölünce annem her gün yavaş yavaş ölümü tadacaktı. Beni bırakmayan birini bırakmayı düşünmüştüm. Düşünmüştüm bana tüm kötülükleri. Düşünürken de kendimi buraya haps etmiştim. Burada oluşum benim eserimdi. Babamın bana bıraktıklarıyla bulmuştum serum kokan bu yerin yolunu.

Ellerim avuçlarım eskisi gibi sık sık terlemiyordu. Bedenimde durduk yere kasılmıyor dayanılmaz acılara boğmuyordu beni.

Camın önüne oturup uzun uzun seyrettim ağaçlara vuran rüzgarı. Eğer bir şansım olsa rüzgar olmayı dilerdim. Tüm çiçeklere sarılmayı, ağaçların yapraklarına dokunmayı, doyasıya sevişmek isterdim bulutlarla. Sinirlenince sert, huzurluyken yavaş yavaş esmeyi isterdim. Kuşlarla dans etmeyi bir kedinin tüylerinden geçmeyi isterdim. Bir bebeğin yanaklarını okşamayı  tüm kötülükleri silmeyi isterdim. Bir fırtına olup denize karışmayı bir kıyıya yaklaşıp babama kavuşmayı isterdim. O bana sarılmasada bana, ben ona sarılırmak isterdim.

Bir gün daha geçti...
Saat 20.13

Saatleri saymayı bırakalı çok olmuştu ama günleri saymaktansa uzun uzun saatleri saymak daha yakın geliyordu bana. Bende böyleydim işte alışkanlıklarımdan zor vazgeçiyordum. 

Doktor Murat, anneme bir müzik aleti çalmamın beni rahatlatacağını söylemiş. Ne çalmak istediğimi sormuşlardı bana. O gün kurduğum hayal sarmıştı göz bebeklerimi.

"Kalimba çalmak istiyorum." Demiştim hiç düşünmeden.

"Kalimba mı? O da nereden çıktı? Gitar ya da keman çalmak istersin diye düşünmüştüm." Demişti annem.

"Vurgun yine farkını ortaya koydu. O çok farklı bir genç kız. Kalimba da ona çok yakışır." Diyip içime yeni yeni umutlar ekmiş, gönlümün kuytu köşelerine farkında olmadan tohumundan yeni çıkan fidanlar ekmişti Doktor Murat. Birazdan Melahat  adında bir hemşire gelip kalimbam için yeni notalar getirecekti.

Öyle çabucak öğrenmiyordum ama dediklerine göre bu işte becerikliymişim. Bir kaç dakika daha beklemiştim Melahat hemşireyi. Sonra gelip notalarımı bana vermişti.  Yanıma oturup notalara çalışmamı izlemişti. Yavaş yavaşta olsa bütün hepsini çalmıştım. Mukemmel değildi ama işe yarıyordu. Çıkan ses kalbimle birlikte ritim tutuyordu. Şu sıralar daha sık gülümsüyordum. Beni mutlu eden bir şeyleri başarmam mıydı yoksa kalimbadan çıkan sesin güzelliği miydi emin değildim ama sonuçta mutluydum. Uzun uzun dokundum tuşlara. Demiş soğuktu ama o kadar çok kurcalamıştım ki parmaklarımın ısısı terletmişti demiri.

Üç gün geçti...

Bu sabah hava güzeldi. Güneş odama doğmuştu. Annem ziyaretime biraz geç gelmişti. Dediğine göre devrettiği pastanenin sahibi bir sorun yaşamıştı. Geçmiş olsun demek için geç gelmişti. Buradan çıkınca pastaneye gitmeyi istiyordum. Yıllar olmuştu gitmeyeli. Dedem ölünce dayım ve anneme bırakmıştı orayı. Dayım her nasılsa istememiş anneme bırakmıştı. Anneannem dedemden önce vefat etmişti. Eğer hayatta olsaydı anneme kalmaması için elinden geleni yapardı buna emindim. Belkide anneannem bu kadar kötü bir anne olduğu için annem bu kadar mükemmel bir anneydi. Her zaman örnek almaya gerek kalmıyordu bazen hayatımızda ki yanlışlardan ders çıkarabiliyorduk. Annem de anneannemin kötü bir anne oluşundan ders çıkarmış olmalıydı. Belkide annem benden daha çok yaralıydı. Fakat dayanacağı hiç bir yer olmadığı için yıkılmamıştı.

Saat 21.00

Bu gün iyi gidişlerime bir şeyler olmuştu. Acı acı rüyalar görmüştüm. Çığlıklar attığım bir sürü rüya. Göğüsüm daralıyor bedenim kaskatı oluyordu. Canım acıyordu. Nefret yine iliklerime kadar hissettiriyordu kendini. Nefret ediyordum her şeyden. En çokta peşimi bırakmayan rüyalardan. Nefret ediyordum.

Kasımın başlarındaydık. Hava iyice sertleşmişti. Eskiden yapraklarla dolu olan ağaçta bir kaç tane kuru yapraktan başka bir şey kalmamıştı. Her rüzgarda ince dallar ağacın bedenini terk ediyordu. Hava iyi olunca dışarıya çıkıyorduk. Bazen hava iyi olsada çıkmıyorduk. Bazı geceler hala rüyalar görmeye devam etsende Doktor Murat bunun normal olduğunu söylemişti. Yıllardır depresyonda olmam ve anksiyetemin bazen bunu tetikleyeceğini söylemişti. Tek yapmam gereken öğrenmekti. Bunlarla nasıl başa çıkacağımı öğrenmekti. Öğrenecektim. Hayatımın ne kadar süreceğini bilmiyordum ama gitti yere kadar bu şekilde yaşamak istemiyordum.

Kasım aynın ortalarındayız. Hava çok kötü. Öğle saatlerindeyiz ama Güneş hala yüzünü göstermedi. Rüzgâr sert esiyor bu gün. Sanki şehir bir şeylere kızmış gibi. Akşam tüm hastalarla birlikte müzik dinletisi için toplanacağız. Annem çok güzel kırmızı bir elbise getirmiş benim için. Etekleri oldukça geniş fırfırlı. Bileklerimde bitiyor. Kolları uzun yakası da v şeklinde. Tıpkı bir prenses elbisesi gibi. Buna gerek duymamıştım ama denemek için giyildiğimde kendimi özel hissetmiştim. Yeni bir elbise giyinmek yeni bir yolda ilk kez yürümek gibi hissettirmişti. Annem kendi elleriyle dikmiş. Gece gündüz uğraşmış bitsin diye. Şimdi havali bir çikolata paketi gibiydim. 

Dün ki dinleti güzel geçmişti. Ama elbiseme iki defa içecek dökmüştüm. Nasıl olduğunu bile anlamadan elimden kayı vermişti bardaklar. Neyse ki orada ki tek şakar ben değildim. Sanırım bu normal karşılanıyordu çünkü kimse bir şeyler döktüm diye kızmamıştı. Bir iki kişi yardım bile etmişti kıyafetimi temizlemek için. Melahat hemşire bayılmıştı kıyafetime. Dediğine göre kırmızı benim rengimmiş. Saçlarıma ve tenime çok uyumluymuş. Şimdi tüm kıyafetlerim kırmızı olsaydı nasıl olurdu diye düşünüp duruyorum. Çünkü ilk kez kendimi bir kıyafete ait hissetmiştim.

Kasımın sonlarındayız. Bir iki güne kış gelecekti. Sonbahar da bitmişti. Zaman hiç durmadan akıyordu. Öyle hızlı geçiyordu ki bazı günler o gün ne yaptığımı bile hatırlamıyordum. Bazense öyle yavaş geçiyordu ki günler. Aldığım nefesleri bile saymak geliyordu içimden. Hiç geçmeyen saatler o günlerdeydi.

Annem hastalandığı için iki gün gelmemişti yanıma. İşte o anda tüm ruhumla kurtulmak istemiştim kendimden. Kendimden kurtulunca buradanda kurtulacaktım. Anneme sıcak bir çorba yapıp iyileşmesi için ne gerekiyorsa yapacaktım.

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın sizi seviyorum ♡

Vurgun Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin