FİNAL

12 3 6
                                    

Üç gün geçti. Saat 21.38.

Mutlu olmam gerekirdi. Mutlu olmalıydım diye düşünüyordum. Buna hakkım olduğunu düşünüyordum. Bütün gün bilemedigim daha önce tatmadığım tattıysam bile hatırlamadığım bir sinirle kavruluyordum. Öyle ki bütün damarlarım bu sinirin etkisiyle şişmiş gibi geliyordu. Şakaklarıma dayanılmaz bir baskı uyguluyordu. Kendime zorbalık yapmak için zorlayan bir baskıydı bu. Tüm hatıralarımı beynimin en ücra köşelerinden çıkarıp önüme seren bir acı. Hak etmemiştim. Ben tüm bu olanları hak etmemiştim. Payıma bu kadar acı düşmemeliydi. Ben bu kadar yanmamalıydım.

Acım hep böyle taze kalmamalıydı. Hani bir acı gelince bir diğeri silindirdi. Silinmiyordu. Hepsi olduğu yerde duruyordu. Beni istemeyen herkes hala gözümün önündeydi. Sevilmeyişim canımı yakıyordu. O kadar da berbat bir insan değildim. Bende normaldim. Çok mu değer vermiştim? Çok mu sevmiştim insanları? Bu yüzden mi canım böylesine yanıyordu. Neden hiç arkadaşım olmamıştı? Neden hep ben kaçmak zorunda kalmıştım? Kendimi sevmeyi öğreniyordum ama ya bende birilerinin beni sevmesine muhtaçsam? Düpedüz muhtaçtım. Başı okşanan parkta düşmesine diye babasının beklediği kız ben olmalıydım. Sevgilisinin sevmeye doyamadığı sevgili, derdi dinlenen arkadaş, birlikte oyunlar oynanan kardeş ben olmalıydım. Niye tüm her şeyi gözümde büyütmüştüm. Öyle yalnızdım ki kendime Gogol'u yaratmıştım. Şimdi Gogol bile yoktu yanımda. O da terk etmişti beni. Belki de ben terk etmiştim onu. Bana ait olan tek şeyi. Bazen o da benden ötürü yakıyordu canımı. Kendime söyleyemediğim her şeyi o acımasızca yüzüme vuruyordu. Ellerime baktım yavaşça. Bembeyazdı. Tıpkı vücudum gibi. Bu aylardır güneşi görmememdendi. Ne talihsizdim.

Saat 22.44 her saniye daha uzun geliyor artık. Klinik en sessiz haline büründü. Sorun çıkartan çoğu hasta tıpkı bir kaç ay önce bana yapıldığı gibi uyutuluyordu. Acaba onlarda benim gibi miydi? Benim gibi gerçeklikle yalanı birbirine katıyorlar mıydı? Bunun yalnızlığını yaşamamak iyi olurdu ama birinin de benim gibi yaşamasını derdime ortak olmasını istemek vicdansızca geliyordu. Kadife defterimin sayfaları artık azalıyordu. Bir deftere geçmek mi yoksa bu defterle birlikte tüm her şeyi bir kenara bırakmak mı beni düşündürüyordu? Buradan çıkınca yaşamaya nasıl devam edecektim? Bunu istediğimden bile emin değildim. Ya yine bir yıkım yaşarsam diye çok korkuyordum. Belki de yaşayacaktım ve sonum yine küf kokulu sandığın serum kokulu bu odalardı. İstemiyordum. Tekrar aynı şeyleri yaşamayı, yüzleştiğim tüm her şeyle tekrar tekrar tanışmayı istemiyordum.

Bu gece kendime çok mu yükleniyordum yoksa bunlar gerçekler miydi emin değildim. Artık yorulmuştum. Kendimden yorulmuştum. Kendime fısıldadığım tüm bu iğrenç düşüncelerden nefret ediyordum. 

Bu gece yatağım gibi benden kaçıyordu sanki. Öylece oturmak bomboş gözlerle sabahı beklemek geliyordu içimden. Nasıl yapacaktım ne yapacaktım bilmiyordum. Yataktan kalkıp camın önüne geçtim. Masanın üzerinde bıraktığım deftere yazmak artık haince geliyordu. Bunları okuyacağımdan bile emin değildim. Ne gerek vardı bunca şeyi yazmaya? Zaten artık içimden tek bir kelime etmek bile gelmiyordu.

Saat 22.54 bir aydır bu defteri elime hiç almadım. Içimden yazmak konuşmak yürümek bile gelmedi. Bazen korkarak uyandım rüyalarımdan bazense ağlayarak. Çok korkmuştum bunca yol kat ettikten sonra tekrar başa dönmekten delicesine korkmuştum. Bu beni deliye çevirmişti. Ama bu yıkım yine yeniden sessizce olmuştu. Annem ağlamıştı o ağladıkça bende ağlamıştım. Böyle olmayı ben istememiştim burada olmayı da ben istememiştim. Neyse bitiyordu. Korkularım, ağlayarak uyanmalarım. Hepsi her şey bitiyordu. Ataklarla baş edebilecek kadar kendimdeydim artık. Neredeyse yirmi yaşındaydım ve büyümüştüm.  Tüm kötülüklere rağmen yaşıyordum. Yaşamak için verdiğim binlerce savaştan sonra artık kurtuluyordum.

Saatin kaç olduğu hakkında hiç bir fikrim yok. Pek umrumda da değil. Elimde ki kitap okunmaktan sıkılmıştı.  Bende daha fazla onu okumak için diretmemiştim. Artık burada daha çok sıkılıyordum. Ezgi taburcu olduktan sonra beni bir kaç kez ziyarete gelmişti. Kilo almış yeni bir işe başlamıştı. Mutluydu. Yüzünde güller açıyordu her konuştuğunda. Bu gün dışarıya çıkmama bile izin verilmişti. Kendime bir demet lavinia çiçeği almıştım. Şimdi masamın üstünde duruyorlar. Renkleri anlamlarına göre pek aldatıcıydı...

Saat 23.04 her ölüm aynı toprakla örtünmezdi. Ve her toprak güzel kokmazdı. Bu dizelerini yıllar sonra yazıyorum. Ellerimde bir kaç tane lavinia çiçeği ile. Korkmayın ölüm beni bulmadı henüz. Üniversiteye başladım. Ağlamayı unuttuğum zamanlar oldu. Öyle ki mutluluk neymiş onu bile çözdüm sayılır. Bu çiçeklerse bana Ezgi'den yadigar. Şimdi kadife defterim onun mezar taşının üstünde. O çok güçlü bir anne oldu. Tıpkı annem gibi. Bebeği ona bir kez bile anne diyemedi. Adını İpek koymuştu. Kızı da onun gibi mutlu bir bebekti. Babasını pek çok seviyordu. Annesi onun için kendisini feda etmişti. Ezgi öyle mükemmel birine aşık olmuştu ki onu her gördüğümde daha da mutlu buluyordum.

Annem... Annem de aşık olmuştu. Saçlarını boyamış bir demet orkideyle gelin olmuştu.  Şimdi Akdeniz'i geziyordu. Beni iyileştirirken yüzünde oluşan çizgileri şimdi Akdenizin temiz havasıyla iyileştiriyordu.

Babam... O gelmedi. Bende artık köşe başlarına bakmayı bırakmıştım.

Konservatuar öğrencisiydim şimdi. Doktor Murat sayesinde gitmiştim. Zor olmuştu. Ama olmuştu işte. Okulun  Kadın  Hakları Derneğinde başkan olmuştum. Yürüyüşler düzenleyip bir çok dernekle birlikte çalışıyorduk. Kaçırdığım bir hayatı ucundan yaklamıştım. Bu sefer başarmıştım.

Ben... aşık olamamıştım. Şu an için buna ihtiyaç duymuyordum ama bir gün aşık olursam bunu birilerinden medet umarak yapmak istemiyordum. Hayatıma girecek kişinin bana ilgi gösterip beni sevmesi için tüm hayatımı harcamak istemiyordum. Sırf bu yüzden bekliyordum. Beni sevecek olan kişinin bir köşe başından çıkıp gelmesini bekliyordum.

Buralara kadar gelebileceğimi hiç düşünmemiştim. Hikayemin bir köşede yalnızlık ve keder içinde ölerek son bulacağını kafamın içinde ki seslerin karanlığında boğulacağımı düşünüyordum. Ezgi'nin saçlarıma taktiği toka hala uzun saçlarımın ucunda bağlıydı. Bir diğeriyse şimdi avuçlarımdaydı. Bir gün İpek'in saçları annesi gibi gür ve uzun olunca ucuna konduracaktım. Ezgi bana her şeye rağmen mutluluğun var olduğunu öğretmişti.

"Saçmalama Vurgun. Sadece öleceğim ama sana bir İpek böceği bırakacağım. Ve beni her özlediğinde lavinia çiçeğine konan o hayat dolu kelebek olacağım." Sesi öyle bitkindi ki yüzünde ki gülümseme olmasaydı ruhunun çoktan bedenini terk ettiğini düşünecektim. " Ben yaşadım Vurgun. Acıyı da mutluluğu da anneliği de yaşadım. Hayat benden aldıklarını bana geri verdi Vurgun. Hikayem bitiyor diye üzülme. Sana küçük bir masal bırakacağım. Onu benim yerime de sev. Onu öyle çok sev ki  Vurgun hiç bir kimsenin sevgisine muhtaç olmasın."

Şimdi ellerimde bana hediye ettiği toka ve bir demek lavinia çiçeği ile  öylece duruyordum. Çiçekleri yavaşça bıraktım güzel kokan toprağa. İpek en çok annesinin fotoğraflarına bakmayı seviyordu. Ona mırdandığım şarkılara kıkırtılarla eşlik ediyordu. Benim sevgim olmasaydı bile babasının sevgisi İpek'i hiç kimseye muhtaç etmeyecekti.

Dedim ya hiç böyle olacağını düşünmemiştim.

23.33

Bitiş tarihi 08.07.2022

Yayım tarihi 23.09.22

Bir hikâyenin daha sonuna geldik...
Teşekkür yazısında Vurgun hakkında bir kaç gizemi açıklayacağım♡

Vurgun Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin