Malum mesaj geldiğinden beri ki bu yaklaşık 3 saat kadar öncesi oluyor huzursuzdum. Oturduğum yerde 2 cümle 20 kelime ve 104 harften oluşan mesajı milyon kere okumuştum. Aslında her şey oldukça açık ve net bir şekilde belirtilmişti. Oldukça şehvet içeren bir üslupla yazılmıştı. Sanki ellerim bağlanıp sabaha kadar acımasızca becerilecekmişim hissinden bir türlü kurtulamıyordum. Ayrıca bu 'Green' de neyin nesiydi. Tong'la uzun bir araştırma yapmıştık ama sahne adı 'Green' olan kimse yoktu. Anlaşma gereği birlikte olacağımız kişilerin kimliğini bilmemize izin yoktu. Ama tanrı aşkına hangi aklı başında insan kendisine 'Green' diyen kişiyi merak etmezdi. Üstelik benim yeşil renge ciddi derecede alerjim vardı.
Gece olana kadar kafamı dağıtacak bir şeyler bulmalıydım. Birden aklıma henüz sözde odama bile çıkmadığım geldi. Oysaki Tong çoktan evi benimsemiş jakuzide keyif planları bile yapmıştı. Açıkçası ona gelen mesajı gördüğümde birazcık imrenmedim desem yalan olurdu.
Mesajda "Benim tatlı bebeğim bu gece seni kremaya bulanmış çileğim yapacağım. Sabırsızlıktan ölüyorum." yazıyordu. Tamam, belki bu da çok normal bir mesaj sayılmazdı ama en azından canını almaya gelecek Azrail edasında da yazılmamıştı. Popomu düzleştiren koltuktan yavaşça kalkıp merdivenlere yöneldim sonuçta o daha bana lazımdı. Turkuaz halı kaplı basamakları tırmanırken önce To'ya söylenen odaya yöneldim. Kapıyı tıklatmadan direkt içeriye daldım çünkü birbirimizi uygunsuz halde görmek ikimiz için de problem değildi. Biz o aşamayı geçeli yıllar olmuştu. Yatağın ortasında top gibi büzülmüş halde uyuyan silueti görünce sessiz olmaya özen göstererek etrafa hızlıca göz gezdirdim. Kesinlikle bütün mobilyaları hatta duvar kağıtları dahil avangart tarzda döşenmişti. Genelinde siyah ve kırmızı gibi şehvetli renkler hâkimdi ve dolaplarda kırbaçlar, kamçılar ve kelepçeler saklıymış gibi hissettiriyordu. Gelen mesajdan benim odamın böyle olmasını beklemiştim bilemiyorum belki de öyleydi. Parmak uçlarımda geri dönüp sessizce oradan ayrıldım. Tekrar merdivenlere yöneldiğimde ikinci katta çok fazla oda bulunması dikkatimi çekmişti. Sayabildiğim kadarıyla yaklaşık 5 oda falan vardı sanırım. Merdivenlerin sonunda beyaz renkte bir kapıya ulaştım. Kolunu çevirip açtığımda merdivenlerin devam ettiğini gördüm. Acaba yolun sonunda Narnia olabilir miydi? Anlaşılan son kat oldukça ilginç bir mimariye sahipti. Merdiven spiral şeklinde uzanıyordu ve eğer yanılmıyorsam Rokoko dönemine ait oymalı işlemeleri vardı. Odaya dâhil olduğum ilk anda içeriye hâkim koyu renk havuzu beni neredeyse görme duyum elimden alınmış gibi hissettirdi.. Gözlerimi odada gezdirmeye devam ettiğimde genel havasının fazlasıyla maskülen olması dikkat çekiyordu. Balkon şeklinde bir katı daha vardı ve sanırım yatak tam olarak oradaydı. O kısmın tam altındaki oyuntu da koyu ve pahalı bir mermer ile kaplanmış bir bar tezgahı vardı. Üzerinde sıralanmış şişelere göz atmak için önünde duran 4 siyah berjeri geçtim. Metal detayları bulunan berjerlerin ortasında birleştirilmiş kare şeklinde iki küçük cam sehpa vardı. Tezgahın yanına yaklaşınca bir an dudağım uçuklayacak sandım. Bütün şişeler nadir bulunan pahalı alkollerdendi, gözüme en çok çarpanı elime aldım. Aman tanrım şu an elimde tuttuğum D'Amalfi Limoncello likör şişesi dünyanın en pahalı içkilerinden biriydi. 44 milyon dolar ile küçük bir servet niteliğinde sayılırdı. Eğer yanlış hatırlamıyorsam şişesinin üzerinde 13 karat üç tek kesim elmas ve dünyanın en nadide elmaslarından biri olan 18.5 karatlık tek elmas bulunuyordu. Acaba bu bebeğin bir sertifikası falan var mıydı? Barmenlik yaptığım ilk zamanlarda alkolleri araştırırken bu konularda epey bilgi edinmiştim. Ama hiçbir zaman o pahalı şişlerden birini gerçekten görebileceğim hatta elimde tutabileceğimi düşünmemiştim. Eğer bu şişeyi satarsam zengin olabilirdim beni hırsız olarak ihbar etseler bile kefaleti öder paçayı sıyırırdım. Tabi anlaşmayı imzalamamış olsaydım bütün bunları düşünebilirdim belki. Anlaşmayı fes etmemin bile ağır bir bedeli vardı yani sanırım. Yanlışlıkta düşürüp kırmadan önce şişeyi nazikçe yerine koydum. O an gözüme sarı aydınlatmaların altında zümrüt gibi parlayan ve tahminimde yanılmayı umut ettiğim bir şişe çarptı. Kapak kısmından tutup kendime çevirdiğimde üzerinde yazan 'Absinthe' kelimesini görünce gözlerim dehşetle açıldı. Bu şişenin burada bulunması yasal mıydı? Bildiğim kadarıyla birkaç ülke haricinde üretmek ve satmak kesinlikle yasal değildi. Bu alkol için kimisi yeşil peri kimisi de yeşil ölüm diyordu. Kendine has içme yöntemi bile uyuşturucu bağımlılarının hazırladığı karışıma benziyordu. Nasıl bir bataklığa düşmüştüm böyle ben. Sakinleşmek için derin nefesler alarak odanın başka kısmına yöneldim. Karşımda koyu bir duman bulutunu anımsatan füme renginde L şeklinde bir koltuk vardı ve oldukça rahat görünüyordu. Oraya uzanıp saatlerce belki de sonsuza dek uyumak istiyordum ama 'Green' denen herifin gelmesine az kalmıştı. Oda turunu bir an önce bitirmeliydim ki kendimi mental olarak hazırlamaya vaktim kalsın. İki taraftan camlı merdiven basamakları bulunan balkon şeklindeki üst kat oldukça sadeydi. Tam karşımda demir başlıklı on kişilik gibi görünen devasa bir yatak bulunuyordu. Üzeri kurşun rengi saten yatak örtüsüyle bezenmişti. Buradan bakınca okyanusun gece görüntüsünü anımsatıyordu. Kendisini 'Green' olarak adlandıran herif beni bu yatağa rahatça bağlayabilirdi istediği işkenceyi zorlanmadan yapabilirdi. Attığı mesaja bakarsak bunu istiyor gibi bir hali de vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hard To Say I'm Sorry - MileApo
Fanfiction-10 Yıl Önce - Küçüklüğümden beri bana kızlara aşık olmam gerektiği öğretilmişti. Masallarda prensler prenseslerle evlenirdi. Filmlerde yakışıklı adamlar güzel kadınlara aşık olurdu. Peki, ama neden insanlar aşkı cinsiyetleştirmeye bu kadar meraklı...