Bible hayatımı baştan aşağı değiştirmemi gerektiren o kararı vermemi istemesinden sonra Chiang Mai'ye geçmişti. Ve yalnızca dört gün olmuştu. Fakat o günler benim için dört asır gibi geçmişti. O gider gitmez bütün olan biteni Tong'a ve aileme anlatmıştım. To şaşırtıcı bir şekilde pek yorum yapmamıştı şimdilik sessiz kalmayı tercih ediyordu. Ailemse tam tersi fazlasıyla tepki göstermişti. Diline tamamen hâkim olmadığım ve bana bütünüyle yabancı bir yere taşınıp orada yaşama fikri gözlerini benden daha çok korkutuyordu. Onlara eğer Amerika'ya taşınır orada yaşamaya başlarsam borçlarını ödemek için yardım edebileceğimi söyledim. Annem birden sus pus olmuştu ardından borçlarının ödemesinin bittiğini söylemişti. Yıllardır ödenen bu borcun nedeni konusunda hiçbir fikrim yoktu. Bildiğim tek şey ödemesinin bitmiş olması şu an için imkânsızdı.
Her zaman ben insanlardan bir şeyler saklamıştım ama bu sefer sanırım insanlar benden bir şeyler saklıyordu. Kendimi çok huzursuz ve ortada kalmış hissediyordum. Hiç kimse bana neyi seçersen seç seni sonuna kadar destekleyeceğim demiyordu. Her kafadan ayrı ses yankılanıyordu. Kafamın içi adeta bir festival havasındaydı. Henüz iki seçenekten herhangi birine karar verememiştim. Yalnızca Mile'ı düşündüğümde gitme seçeneğine yöneliyordum. Benim yüzümden kendine zarar verdiği günden beri ondan tek bir haber dahi almadım. Ne özel olarak iletişimimiz vardı ne de magazinde adı geçiyordu. Meraktan çıldırmak üzereydim. Ne halde olduğunu bilmek istiyordum. Sabah ya da akşam fark etmeksizin biraz uykuya dalsam hemen P'Mile'ın kendine daha çok zarar verdiği kâbuslar görüyordum. Bu yüzden dün gece gitmemin iyi olacağını kesin olarak düşünmeye başlamıştım. Eğer gidersem Mile kendine daha fazla zarar veremezdi. Uzun yıllardır ilk kez bana kendimi suçlu hissettirmişti. Birkaç saat önce gitmeyi ciddi anlamda düşündüğümü Tong'a söyledim. Bunu ilk öğrenen kişi olmaya hakkı vardı. Ondan ayrılmak benim için çok zor olacaktı ama alışacaktım. Tıpkı Mile gittiğinde yaptığım gibi buna da alışabilirdim. Belki de okul bahanesiyle sonra o da yanımıza gelirdi.
Birkaç özel eşyamı toparlamak koli bulmaya ve okulumun transfer işlemlerini halletmek için odamdan çıktığımda To'nun fısıldayarak telefonla konuştuğunu duydum.
"Söylediklerimi duydun benden bu kadar gerisi sana kalmış" dedikten sonra telefonunu kapattı. Yüzü bana dönük olmadığı için beni henüz görmemişti. Son zamanlarda benden habersiz çok fazla iş çevirir olmuştu.
"Kiminle konuşuyordun sen?" Panikle benden tarafa döndüğünde telefonunu elinden düşürdü. Elini göğsüne koyup nefesini düzenlemeye çalışırken hızlı hızlı soluk alıyordu.
"Beni korkuttun seni sinsi kedi." Kollarımı göğüs hizamda bağlamış tek ayağımı ritimle yere vuruyordum. Cevap beklediğimi belli etmek için tek kaşımı kaldırarak ona bakmaya devam ettim.
Ben onu gözlerimde yerken farkında değilmiş gibi davranıyordu.
"Soruma cevap vermedin" diyerek yineledim beklentimi. Önce konuşmak için ağzını açtı ama tek bir kelime etmeden geri kapattı.
Dudaklarını dişledikten sonra "Okuldan biriydi ya. Bu dönem seçeceği birkaç ders kafasına takılmış da profesörleri nasıl konular zor mu diye sordu" dedi. Sonra yavaşça kulağına dokundu. Tong baskı altındayken yalan söyleyeceği zaman dudaklarını dişlerdi ardından kulağına dokunurdu. Ve tam da şu an da gözlerimin içine baka baka yalan söylüyordu. Uzun süredir bana haber vermeden işemeye dahi gitmeyen en yakın arkadaşım bir anda arkamdan iş çevirip bana yalan söyleyen birine dönüşmüştü. Tong aramızda hiçbir zaman sır olmayacak kuralını koyan kişiydi. Tabiî ki de gün yüzüne çıkmayan sırlarımız vardı ama ilk kez gözlerimin içine bakarak yalan söylüyordu. Bu da benden uzaklaştığını hissettiriyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hard To Say I'm Sorry - MileApo
Fanfic-10 Yıl Önce - Küçüklüğümden beri bana kızlara aşık olmam gerektiği öğretilmişti. Masallarda prensler prenseslerle evlenirdi. Filmlerde yakışıklı adamlar güzel kadınlara aşık olurdu. Peki, ama neden insanlar aşkı cinsiyetleştirmeye bu kadar meraklı...