İlk bölüm tanıtım mahiyetindedir. Keyifli okumalar diliyorum. :)
Basamakları inerken sebepsiz yere bir gülümseme peyda oldu hisleri belirsizliğe bulanmış genç adamın yüzüne. Anılarından sıyrılarak son kez etrafa bakarken komodinin üstündeki çerçeveye kaydı gözleri.
Mutluydu bir zamanlar. Hayatında renk vardı, heyecan vardı. Çok sevdiği işi, kendinden çok değer verdiği bir de nişanlısı vardı. Bir ayda ne kadar da çabuk değişmişti her şey. Şirket batma noktasına gelmişti ve kendisine aşık olduğunu sandığı nişanlısı tarafından terk edilmişti.
Bir ailesi bile yoktu. Annesi doğumda hayatını kaybetmişti. Babası ise kazanmak üzere olduğu ihalenin bedelini rakip firma tarafından boş bir fabrika da ölüme terk edilerek ödemişti. Hem annesiz hem de babasız kalmıştı. Buna kim dayanabilirdi ki? Annesinin yokluğunda yaralarını babası sararken bir gün ansızın o da çekip gitmişti.
Bunun intikamını almak istercesine babasının ölümünden sonra dimdik durmak için çabalamış, şirketi en iyi şekilde idare etmişti. Ya da öyle olduğunu sanıyordu. En yakınından yediği darbe, şirketin iflas bayrağını çekmesine sebep olmuştu.
Rakipleriyle iş birliği içerisindeydi en yakınındaki, güvendiği, tereddüte düşmeden sırtını yasladığı, ağabeyim diyebildiği. Belki biraz daha erken farkına varabilseydi, toparlayabilirdi her şeyi. Fakat iş işten geçmiş, ailesinin çırpınıp didinerek bugünlere getirdiği şirket, batma eşiğine çoktan gelmişti.
Canından çok sevdiği, değer verdiği nişanlısı, bütün acılarını unutmasına yeterken, şirketin geldiği noktayla bir anda yok olmuştu ortalıktan.''Beni bir daha sakın arama.'' pekte yeterli bir açıklama olmasada sevmediğini göstermeye yetmişti.
Yanağına süzülen iki damla yaşı elinin tersiyle silerken kapıyı açtı, kabanını alarak sokağa attı kendini. Ne gerek vardı arabayı kullanmasına? O da hacizle alınacaktı elinden ne de olsa. Kaldırımda yürürken taşların çıkardığı sesler bile yalnızlığını hissettiriyor gibiydi. Uzun zamandır kendini eve kapatması, güneşin gözlerine hücum ederek gözlerini kamaştırmasından belli ediyordu kendini.
Çocuklar top peşinde oradan oraya koşuştururken sormadan edemedi kendine. Sokakta gördüğü çocuklar kadar güzel kahkaha atabilmiş miydi çocukluğunda sahiden de? Her zaman imrenerek bakardı okula gelen velilerin ellerinden tuttuğu çocuklarına. Babası olsa bile annesizlik küçücük kalbinde onarılmaz yaraları da beraberinde getirmişti. Layık olabilmiş miydi peki çok sevdiği ailesine?Anca fotoğraflarından derleyerek zihninde oluşturabildiği annesine olan özlemi her geçen gün artarken, bir türlü son verememişti özlemine. Layık olabilmek bir yana dursun, bir şirketi bile idare edemediğini düşünerek yaşamayı çok görmüştü kendisine.
Adım adım kafasına koyduğunu yapmaya giderken son kez inceledi her gün geçtiği sokakları dikkatle. Güneşli hava içini ısıtırken ceketinin düğmelerini açtı. Son kez ciğerlerinin en dip köşesine kadar dolu dolu çekti havayı. Ölmek için güzel bir gün diye düşündü.Kollarından yavaşça sıyırdı ceketini ve banklardan birine koydu. Belki ihtiyacı olan biri alırdı. Soğuk suların altında bir cekete ihtiyacı olmayacaktı. Pekte berrak olmayan denize adımlarıyla yaklaşırken yapacağı şeyin en doğrusu olduğunu hatırlatıp durdu kendine. Böylesi daha iyiydi. En azından ölmeyi düzgünce becerebilmeliydi.
~~~
''Çocuklar durun artık lütfen acelem var gitmem lazım.''
Seslere aldırmadan aklıma koyduğumu yapma niyetiyle adımlarımı atmaya devam ettim. İki adım sonra özgür olacaktım. Belki başta soğuk su ciğerlerime dolarken çırpınarak yaptığıma pişman olacaktım ama nihayetinde dertlerimden sıyrılmış, beni bekleyen, bir kez olsun yüzüne doya doya bakamadığım annemin kollarına kavuşacaktım. Huzur orasıydı. Olmam gereken yerdi.
''Çocuklar lütfen beni zor durumda bırakıyorsunuz!''
''Söz yarın tekrar oynayacağız.''
Düşüncelerim duyduğum bağrışmalarla bölünürken, bir annenin çocuklarına uyarısından daha doğal bir şey olamayacağının farkındalığıyla -her ne kadar da bu durumu yaşayarak bu konu da deneyim sahibi olamasam da- duyduklarıma aldırmadan işime konsantre olmak için çaba sarf ettim.
''Bizi yakalayamazsın ki!''
''Hadi gel kendin al bak burdayım!''
Biraz sonra kendimi derin suların soğuk kollarına bırakacakken azıcık huzur istedim. Bu seslerde neyin nesiydi böyle derken arkama dönmemle çocuklardan birine çarpmam bir oldu. Küçücük bedeni yerde yuvarlanırken elinden düşürdüğü sopayı elime aldım. Çocuk benden korkmuş olacakki yalpalayarak yanımdan uzaklaştı.
Anneleri neredeydi? Bu sopada neyin nesiydi elimde böyle? Başımı çevirerek görüş alanıma giren çocuklara baktım. Çoktan sahilin bir ucuna varmışlardı.
Dönüp yarım bıraktığım işe devam etmeyi tuhaf bir şekilde arzulayarak fazlasıyla ertelediğim ve kendime reva gördüğüm sonuma daha da yaklaşmam gerektiğinin bilinciyle adımlarımı kıyıya doğru sıraladım. Ölmeyi bu kadar arzulamak bana bile tuhaf gelmeye başlamıştı. Biran önce bitse iyi olacaktı.
''Size diyorum gelin buraya!''
''Böyle yapmaya devam ederseniz bir daha beni göremezsiniz!''
Duyduklarımın sonu gelmezken konsatremi tamamiyle kaybetmiş ve sinirlerimin haliyle gerildiğini sergileyen bir ifadeyle yumruklarımı sıkmıştım. Dişlerim birbirine kenetlenirken kendimi dizginlemeye çalışarak gözlerimi denize sabitledim.
Bir anne böyle bir tehdidi nasıl savurabilirdi çocuklarına? Böyle anneler yaşarken benimki ölmeyi hak edecek ne yapmış olabilirdi? Söylediklerim isyanı aratmayacak türdendi farkındaydım fakat bu durumda düşünülebilecek normal bir ifadeydi düşüncelerimdeki.
Duyduğum feryatla irkilirken arkama döndüm. Çocuklarına söylenmekte geri durmamış ve şimdide aciz bir şekilde yere yuvarlanmış kadına doğru koşmaya başladım. Taşa takılmış yere düşmüştü. Gözlüğünün camı yerde parçalara ayrılmıştı. Bir eliyle camları toplamaya çalışırken bir eliyle de dizindeki kanayan yaraya bastırıyordu. Elimi uzatırken uzattığım ele aldırış etmemesi fazlasıyla sinir bozucuydu.
''Çocuklarına nasıl davranacağını bilemiyorsan bile küçükte olsa bir yardımın görmezden gelinmeyeceğini biliyorsundur umarım!''
Sesimdeki ima sinirimi belli eden, yerinde olduğunu düşündüğüm bir tonla ulaşıyordu kadına. Yavaşça başını kaldırdı, nereye baktığı belli bile olmazken gözlerim deniz mavisi gözlerine ulaştı.
Soğuk sularında boğulmak istediğim denizden bile daha güzel olan mavisi, insanın içindeki yangınları söndürebilecek nitelikte olan huzurun suretine bürünmüş gibiydi. Sanki onlara baktığımda akımına kapılıyor, farkında olmadan içine çekiliyordum. Mavinin hangi tonuydu beni müthiş derecede sarsan, aklımı başımdan alan?
İrkilerek, saçma olduğunu düşündüğüm, aklımın köşesine saplanmış düşünceleri yerinden sökerek dalgınlığın sebep olduğu donuk halimden sıyrıldım. Elimi iyice uzatarak;
''Buradayım. Kibrinizden uzatılan eli bile tutmuyorsunuz anlaşılan.'' dedim.
İnce narin parmaklarını cam kırıklarından çekerek havaya kaldırdı. Eliyle havayı yavaşça yoklayarak ellerime ulaştı. Yerden kalkarken dizlerinin verdiği acıyla olsa gerek yüzünü buruşturdu ve elimi sıkarak:
''Teşekkür ederim.'' dedi.
Söylerken arkama doğru bakıyordu. Anlaşılan deniz mavisi gözleri beni görmesine yetemiyordu.
Kapak için Çağtürk Çağın'a çok teşekkürler :)
Bölüm düzenlenmiştir, okuyan herkese teşekkür ederim. Yorumlarınızı ve düşüncelerinizi ifade ederseniz çok mutlu olurum. :)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÖZLERİMİ KAPATSAM
Teen Fiction©Tüm hakları saklıdır Bir insan bu kadar mükemmel olabiliyorken nasıl bütün güzelliklerden mahrum kalabiliyor? Güneşin doğuşu, Ay'ın duru güzelliği, yıldızların ışıltısı, rengarenk kelebekler, kuşlar,çiçekler,gökkuşağı,mavi,pembe,kırmızı,mor... En b...