Ziyaret

38 4 0
                                    

Gözlerim kararmaya başladı. Vücudumun uyuştuğunu hissedebiliyordum.  Parmak uçlarımdan saç diplerime kadar...

İyi misin, sanki biri kulağıma fısıldıyordu. Ses tüm beynimde başımı ağrıtana kadar yankılandı.

xxx

Gözlerimi sonunda açabildiğimde, henüz kendime gelemediğimi fark ettim.

Koltukta yarı oturur bir biçimde buldum kendimi. Çınar yanımda endişeyle bana bakıyordu. Gözlerimi açtığımı fark ettiğinde yanıma yaklaştı.

"Bir anda yığılıp kaldın. Ne olduğunu anlayamadık,"

"Fazla tepki verdim sanırım. Üzgünüm, sizi endişelendirdim. Ama iyiyim!"

Çınar hala ikna olmamıştı.

O sırada odada sadece bizim olmadığımızı fark ettim. Neredeyse tüm bina odama toplanmıştı.

Zorla gülümsedim. İyi hissetmiyordum.

Odadakilere teşekkür edip oradan ayrıldım. Bir an önce eve gitmeliydim.

"Eve gelebilir misin? Acil bir şey konuşmalıyız,"

Telefonu kapattım. Tuğba ile konuşmuştum. Ne işi olursa olsun her şeyini bırakıp yanıma geleceğinden şüphem yoktu.

Eve varır varmaz kendimi koltuğa attım. Aşırı kötü hissediyordum. Bir an önce Tuğba'nın gelmesini istiyordum.

Kapı nihayet çaldı. Koşarak açtım. Soğuktan donmuştu (!) içeri geçmesi gerektiğini söyledim.

Şöminenin başına kurulduk. Oradan yayılan sıcak hava ikimizi de memnun etmişti.

"Sabah binanın yanında bir çocuğu ölü bulmuşlar," sesimi kontrol edemiyordum. İstemeden de olsa korkunç çıkıyordu. Ama umurumda değildi. Nasılsa Tuğba beni her türlü sevip desteklerdi.

Boğazı düğümlenmiş gibi bakıyordu. Normal bir zamanda olsak kesinlikle gülüp eğlenebilirdik.

"B-bu korkunç bir haber!"

Başımı evet anlamında salladım. Çocukları çok sevdiğinden, bu haberin onu derinden sarstığı belliydi.

"Ama asıl konu bu değil,"
Dakikalarca elimde kalıp terlemiş elim yüzünden yırtılmaya yüz tutmuş olan küçük kağıdı ona uzattım.

Alıp okumaya başladı.

Sonra beni süzmeye başladı. Ne yapacağını şaşırmış gibiydi.

Üstüme atladı bir anda. Beni ezercesine sarılıyordu. Ben de aynı şekilde kollarımı ona doladım. Tutmaktan usandığım göz yaşlarımı yumuşacık kazağına damlattım.

Dünyada beni kaybetmekten korkan tek kişi kalsa, onunda Tuğba olduğuna hiç şüphem yoktu.

Seni seviyorum, diye kulağıma fısıldadı. Gülümsemiştim istemeden de olsa. Sonra ona daha sıkı sarıldım. Bende seni...

xxx

Küf kokan kitapları bir kenara ittim. Tavan arasına en son ne zaman çıktığımı hatırlamıyordum. Ama o kadar bakımsızdı ki sanki yüzyıllardır kapısı açılmamış izlenimi veriyordu.

Işığı açan anahtarı bulduğumda sevindim. Karanlık çekilecek gibi değildi.

Işığı henüz açtığımda gözüme çökmek üzere olan kahverengi bir kitaplık çarptı. Dört rafıda tıka basa kitap doluydu. Yetmezmiş gibi hemen yanında aynı şekilde kitap dolu olan iki koli daha vardı.

Bu dağınık yerde ilerlemek çok zordu. Heryere saçılmış oyuncaklar, kenarıda duran üst üste çıkmış eski mobilyalar ve üstü görünemeyecek kadar toz tabakasıyla kaplanmış çöpler...

Nereye koyduğumu bilmediğim bir sandık için çıkmıştım buraya. Ve onu bulmak, dünyanın en zor işi gibi gelmişti gözüme.

Aramaya bir yerden başladım. Kutuları sağa sola fırlatıyor, arada gördüğüm böcekler için etrafa küfürler savuruyordum.

Saatlar sonra kaçıncı olduğunu bilmediğim bir kitap kolisi açtım. İçinden çıkan sarımsı renkteki küçük kutuyu kitapların arasından kurtardım.

En son bu kutuyu on beş yaşımda açtığımı hatırlıyorum. Evet, o günü dün gibi hatırlıyordum!

Kutuyu yavaşça açtım. Yağlanması gerektiğini düşündüğüm lanet menteşeler kulak tırmalayıcı bir biçimde açıldı. İçerisinden koca bir toz bulutu kalkmıştı sanki.

İçerisinden çıkan tahta parçaları birbirileriyle birleştirdim. Son parçayı heyecanla takmıştım. Çünkü birazdan göreceğim şeyler beni heyecanlandıracaktı.

Ama düşündüğüm gibi olmadı. Elimde sadece eski bir yay tutuyordum. Tahta ve işe yaramaz aptal bir yay.

Elimdekini bir anlık sinirle kırmak istedim. Etrafı tekmelemeye başladım. En sonunda bunun hiçbir şekilde yardımcı olmayacağını fark ettiğim anda etrafı yamultmayı bırakıp kolilerden birine oturdum. Ellerimi başımın arasına götürüp eğdim. Gerçekten zavallıydım. Elimdeki tek kayda değer şeyide kaybetmiştim...

Sinirden ağlamaya başladım. Kendime engel olmadım bu sefer. Akıp gitmelerine izin verdim.

Orada ne kadar durdum bilmiyordum. Düşüncelerimin arasında kaybolmuştum.

Bir anda aklıma annemin ben çok küçükken söylediği bir şey geldi. Elimi kolyeme götürdüm.

'Ne zaman başın sıkışırsa bu kolyenin gücüne sığın,'

Sinirden güldüm. Avcumdaki kolyeyi biraz daha sıktım. Bu yaşıma kadar bir boka yaramayan lanet bir kolyemi kurtarıcaktı beni gerçekten?

Kolyeyi bir kez daha çekip koparmak istedim. Kendimi bildim bileli bu kolye hep boynumdaydı. Garip bir şekilde mühürlüydü. Hiç bir şekilde çıkaramazdım. Belki kafam bir gün kopar da rahatlarım, diye geçirdim içimden. Ama sonra zaten bunu yapacak birilerinin olduğu aklıma geldi.

Bir damla daha aktı gözümden...

O anda aklıma bir şey geldi. Sımsıkı tuttuğum kolyenin kenarları oldukça tanıdık gelmişti. Tabii ya, nasıl akıl edememiştim bu ana kadar!

Kolyenin ucunu tahta yaydaki çıkıntıya yaklaştırdım. Birbirlerini tamamlayacak şekilde yerleştirdim.

Ve olmuştu!

Heyecandan titreyen ellerimle tuttuğum yay bir anda parlayıp ışık saçmaya başladı. Büyüleyici görünüyordu.

Onu çok özlediğimi fark etmiştim. Bu defa mutluluktan akıyordu göz yaşlarım.

Okları kutunun içinden çıkardım. Onlarında parlaması beni şaşırtmamıştı.

Aşağı koşar adımlarla indim. Kaybedecek saniyem yoktu.

Dolabımdan çıkardığım kıyafetleri üstüme geçirdim. Altıma oldukça esnek bir tayt, üstüme mor bir kazak ve uzun siyah çizmelerimi giydim. Gerçekten birileri beni bekliyordu. Bu bir iblis dahi olsa. Bir maskara sürmeden çıkamazdım. Eyeliner ve gloss. Daha fazlasına gerek duymadan evden çıktım.

Sarı saçlarımı tepede topuz olacak şekilde toplamıştım. Böylesi beni daha güçlü hissettiriyordu.

Elimdeki kağıda göz attım,

'ölümün başladığı yerde'

Bunları yapan kişiler işin içine gizem katmasa olmayacaktı sanki!

Er geç yüzleşeceğiz, diye içimden geçirdim. Bir taraf kaybedecek ve kan akacak...

Yola yalnız çıkmıştım. İlk oluyordu bu. Hiç kimseye haber vermemiştim ve vermeyecektim. Kimseyi benim yüzümden kaybetmek istemiyordum.

Ölümün başladığı yer, neresi olabilirdi ki?
İnsanlar öldükleri anda ölmeye başlamış olmuyorlar mıydı zaten?

Aklıma bir fikir gelmişti.

Cenazeler!

Peki cenazeler nerede olur? 

Gülümsedim. Ama normal bir gülüşe benzemiyordu bu. Sinsi ve ne yapacağından emin bir gülüştü bu.

Ölümsüzler MezarlığıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin