Güneş gücünü arttırdıkça gitgide soluklaşan ayın yenilgiyi kabul etme zamanı gelmiş gibi gözüküyordu. Artık mesaisi bitmişti ve beraber bekleyişimizin sonuna yaklaşmıştık. Hava henüz tam aydınlanmamıştı. Havanın, günün ilk saatlerinde karanlıkla ışığın karışımından oluşan garip bir rengi vardı.
Saatlerdir burada oturmama rağmen geçen zamanın farkında değildim. Dünyamın ışığına kavuşup siyahının solmasıyla geçen zamanın farkına varabilmiştim. Onca geçen zamana rağmen hayal kırıklığı peşimi bırakmamıştı. Gözyaşlarım beni dinlememişti ve şimdi de gözlerim kızarmıştı. Sokaktan geçen insanlar bana evsiz ya da sarhoş bir delinin tekiymiş gibi bakmışlardı. Onları umursayamayacak yorgun ve üzgündüm. Eve gitmek istemiştim fakat onu da yapamamıştım. Kıvanç'ın yaptığı resim karşısında hapsolmuştum.
Burada kendime inanışımı, hissettiğim duyguları ve aldığım kararları tekrar sorguluyordum. Deniz fenerinin ışığı bana doğru yolu göstermişti. Tam da o yolda yürümeye başladığımı hissettiğimde hayal kırıklığına uğramıştım.
Kıvanç'ın gideceği düşüncesi kalbimi sıkıştırıyordu. Kabullenmek, gerçek olduğuna inanmak istemiyordum. Onsuz bir güne nasıl uyanabilirdim? Onu görmezsem yaşama sevincim kalır mıydı? Ben onsuz bir hayat yaşamak istemiyordum. İçimden geçen tüm bunları ona söyleyebilmek isterken sadece ben duyabiliyordum. Söylemek istemiştim, cesaretimi toplamıştım ama doğru zaman gelmemişti. Doğru zaman diye bir şey var mı ki? O zaman nerede? Neden hiç doğru zaman gelmiyor?
Bedenim saatlerce üzüntünün ardından kocaman bir enkaza dönmüştü. Oturduğum sokak lambasının altından kalmak ve eve gitmek istiyordum. Kimseyi görmemek ve gerçekleri unutmak. Sabah uyandığımda her şeyin eskisi gibi olmasını diliyordum. Gerçekleşmeyecek bir dilek olduğunu bilmeme rağmen.
Sert zemin üzerinde hareket edip kalmayı başaramıyordum. Şuana kadar çoktan eve varmış olmam gerekirken ben hala buradaydım. Onun yaptığı resme bakmaktan kendimi alamıyordum. Duyduklarıma inanmıyordum, aklıma gelen kötü olasılıkların gerçekleşmesini umuyordum ama bir yandan biliyordum. Onu tanıyordum. Asla kendini bir yere ait hissetmeyen biriydi. O özgürlüğün tadını gezerek ve farklı yerlerde yaşayarak çıkaran biriydi. Ve onun birinin bağlanması olası mıydı? Bir gün sıkıldığında kendi yeni heyecanlar arayacağını biliyordum ya da onu kötü anılarını hatırlatan bu yerde çok fazla kalmayacağını... Ben bunları bile bile aşık olmuştum ona. Şimdi tüm bu gerçeklerle yüzleşme vaktim gelmişti.
Usulca direkten destek alarak kalktım. Resme son kez göz gezdirerek başımı çevirdim. Artık gitme vakti gelmişti. Ayaklarımı zorlayarak eve doğru yürümeye başladım. Birkaç adım sonra arkamdan bir ses duydum.
"RÜYA!"
Bir sonraki adımımı atamadım ve olduğum yerde durdum. Onun sesini duymaya başlamıştım. Zihnim bana adeta işkence ediyordu. Bir süre daha arkamı dönmeye cesaret edemeden olduğum yerde bekledim. Tekrar yürümeye karar verdiğim sırada bana doğru gelen ayak seslerini duydum. Yavaşça döndüğümde gerçekten Kıvanç ile karşılaştım. Onu gördüğüm gibi beni kollarına almasıyla şaşırdım.
Beni bulmuştu.
Kolları arasında beni sımsıkı sarmıştı. Bir eli saçlarımın arasında gezinirken diğer eliyle belimi kavramıştı. Bedenlerimiz birbirine kavuşurken kokumu içine çektiğini hissedebiliyordum. Olanlardan sonra bu sarılma beni mahvediyordu.
Hala onun kollarının arasındayken, "Neredesin Rüya sen? Nasıl korktum biliyor musun? Sana bir şey oldu sandım. Her yerde seni aramaktan deli oldum. Sana bir şey olacağı düşüncesi beni..." Tek bir solukta konuşmuştu. Sözcükler dudaklarının arasından korku ve endişeyle çıkmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Boş Tuval
Teen FictionHayatın en kötü günlerini yaşayan Rüya, bilmediği bir sokakta anılarının resmedildiğini görmesiyle içinde umut tohumları yeşerir. Son üç ayda hayatı mahvolan Rüya'nın tek umudu geceleri sokaklarda duvarların dili olan yabancı bir adamdadır. Gird...