8 / Biz Biz olduk

37 7 13
                                    

27.12.2021
Pazar gününü de bir şekilde geçirmiş, bugüne gelmiştik. İlk defa nöbetçi olduğum için bu kadar mutluydum. Çünkü Ömer'i her zamankinden daha fazla görebilecektim.

Sabah nöbetçi sırasında tam arkamdaydı. Benim önümde iki kişi vardı. Onlar geçtikten sonra biz de geçtik. Nöbetçi defterini imzalayıp sınıf defterlerini dağıttık ve sınıflar ders işlemeye başlayıp, ortalık sessizleşince katlarımıza çıktık. Ömer üçüncü katta, yani benim bir üstümde, ben ikinci katta, yani Ömer'in bir altındaydım. Hava çok soğuktu. Ellerimi arada bir birbirine sürtüp nefesimi veriyordum. Ben ısınıyordum bir şekilde ama o? O da ısınabiliyor muydu acaba? Acaba ne yapıyordu şu an? O da üşüyor muydu benim gibi? Üşümesindi keşke... Nasıl ısınırdı ki? Ben yokum bir kere yanında. Ah ne çok hayal ettim ellerini tutup ısıtmayı, ah ne kadar çok olmadı hayalim.

Böyle mi olmalıydı, solmalı mıydı sevgiler?
Solmamalıydı sevgiler. Sulanmalıydı her geçen gün. Sevilmeliydi. Tabii su bitmedikçe. Tabii sevgi tükenmedikçe.

Ben Ömer'i düşünüverirken o kalorifere indi. Kalorifer merdivenin üstündeki yerdeydi. Camın altında. Ömer hem camdan bakıyor, hem de ısınıyordu. Benim de içimi ısıtıyordu onun üşümediğini bilmek.

O bana bakmadan ben hemen diğer sınıftan aldığım bir kitabı okumaya devam ettim. Kitap çok güzeldi. Seri şeklindeydi. Karantina serisi. Beyza Alkoç'un kitabı. Bir arkadaşın verdiği kitaptı ama üçüncü seriydi. Bir ve ikisini bilmediğim için pek kaptırmaya çalışmıyordum kendimi ama kitap çok akıcı olduğu için geçmişte yaşanan olayları bilmesem de hemen kapılıyordum kitaba. Hatta Ömer bile gelmiyordu aklıma çünkü Onur Zeynep'in karşısına ne zaman çıkacak diye kasılmaktan karnıma ağrılar girmişti.

Birgün ben de bir Beyza Alkoç olabilecek miydim acaba? Belki bir Oğuz Atay olurdum. Belki bir Dostoyevski, belki de sadece Sıla olurdum. Sıla Koçak... Yazdığı romanlarla okuyucularının kalbine işleyen Sıla Koçak, yeni romanını yayınladı. Ah ne güzel olurdu. İmza günlerim, belki ilk kitabımı bastırma heyecanım, belki yeni kitabımı bastırma heyecanım. İkisinde de aynı heyecanı yaşayabilir miydim acaba? Birisi ilk olduğu için beni benden alacaktı, diğeri daha iyisi olduğu için. Kim bilir, belki birgün gerçekten bir yazar olurdum. Ama gerçek bir yazar. Bu dönemde ne kadar gerçek olunuyorsa o kadar gerçek bir yazar. Ne kadar gerçekleri anlatıyorsa bir yazar, o kadar gerçek bir yazar!

Zil çalmıştı sonunda. Okuduğum son sayfayı aklımda tutup sınıf yoklama fişlerini almaya koyuldum. Hepsini müdür yardımcımıza verip tekrar masama geçtim. Hümeyra'lar da hemen yanıma geldi zaten. Arada bir Ömer'e bakıyordum. O aynıki yerinde arkadaşlarıyla konuşuyordu. Kızlarla biraz konuştuktan sonra gittiler. Sanki anlaşmışlar gibi Ömer'in arkadaşları da gitti yanından.

Ben masamda Ömer'imi izlerken müdür yardımcısı çıktı odasından. Yoklama fişlerini geri dağıtmamı istedi. Fişleri hoca'dan alırken iç sesim Ömer'e bak dedi. Hayır, sus dedim ben. Sonra daha da ısrar etti o kısacık anda ve gözlerim istemsiz bir şekilde -yok hayır gerçekten istemsiz bir şekilde oldu yoksa ben hiç bakar mıyım ona? Ahah yok canım daha neler. Ne özlemesi- baktım. O da bana bakıyormuş.

Ömer de bana bakıyormuş!
Ah Aslan'ım bak, sen bana hep bak.

Hocanın elinden hemen fişleri alıp dağıtmaya başladım. Şu an yüz ifademi o kadar çok merak ediyordum ki kesin kızarmıştım. Ah be çocuk! Ne diye bakıyorsun ki bana? Bakma işte. Utanıyorum. Ya da yok yok! Sen bana hep bak. Ben ömür boyu utanmaya razıyım. Sen yeter ki bak.

Ders zili çalmış, ikinci derse girilmişti. Ömer yine kaloriferin başındaydı. Bense kitap okumayı bırakmış, edebiyat ödevime devam ediyordum. Kendi sınıfımdan bir arkadaşımdan almıştım notları. Şimdi kendi defterime geçiriyordum. Ömer'e bakmaya cesaretim yoktu ama o bana bakıyordu. Hissediyordum.

AŞKA MEFTUNHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin