"Hadi ama! Odaklanın artık!"Bitmeyen isyanlar, insanların bağırışması, arkadan asla kesilmeyen gürültülü söz ve ritimler, terlerimizin zemine su gibi akması ve hepimizin birbirimizi parçalayacakmışçasına olan bakışlarımız yine tekrarlanan bir günün çağırısıydı. Asla ama asla bir değişiklik yoktu. Aynı kalabalık, aynı yüzler, aynı uğraş, aynı yorgunluk. Sadece her gün tazeleniyordu, başka bir uğraş değildi. Bu yolda uğruna kaybettiğim şeyleri kazandıklarım geri getirmezdi. Ne de olsa insanlar, hayatın ta kendisiydi. Acımasız, duygusuz ve...
Bu yolda karşılaştığım iyi insanlar iki elin parmak sayısını geçer miydi tartışılır. Tek bildiğim bu altı adamın hayatıma renk kattığıydı. Eh tabi, dokuz yıl boyunca her gün bu heriflerin yüzünü görmekte ayrı bir etkiydi. Tek fark, dokuz yıl öncesinde hepsinin koltuk altı terinin, peynirli cips gibi kokan çoraplarının ve yaktıkları yemeklerin kokularının dolduğu bir odacıklı minik yurdumuzda değildik artık. Koca bir binanın bilmem kaçıncı katındaki dubleks dairemizde geniş geniş yayılarak yiyip içip yattığımız bir evdeydik. Oraya yurt demek dahi içimden gelmiyordu.
Tabi yedi koca çocuk adam aynı evde yaşarsa ne mi olur adlı belgesellerimizi ortaya çıkaramazdık, aksi takdirde büyük fiyasko olarak tüm milletin ağzına sakız dahi olabilirdik. İki adamın sadece tabakta kalan bir mandu yüzünden apartmanı ayağa kaldıran kavgası, yaşadığımız en küçük kavga türü olabilirdi.
Ah şu 95'liler...
Tabi gel gelelim ota boka bağırıp duran geniş omuzlu adamımıza. Ortada bir şey görse, hatta görmese bile bağırma kapasitesine sahip ama bir anne edasıyla yiyip içip, arkamızdan terlik fırlatarak ana bacı küfür edebilecek kapasiteye sahip Seokjin'imize. Tamam en büyüğümüz falan ama bu kadarı için fazla küçük değil miyim?
Bir de şu IQ'su 148 olan yıkım tanrımız var. Elini sürdüğü her yeri yıkıp geçiren bu adam sevgili hayranlarımıza 'tişörtüm dar' diyerek olayı geçiştirmeye çalışarak benim sevgili Army'lerime gerizekalı muamelesi yapan sevgili Kim Namjoon. Senin IQ sayını seveyim ey güzel insan.
Ah, es geçmeden olmaz. Ağzımızı açsak diss atmaya meyilli, uykusunu bölsek seri katil potansiyeli taşıyan, her önüne gelene acımadan lafı yapıştıran, oksijeni 'rap yapıyorum' diyerek işinden men eden, kedi gülüşlü sinsi şeytan Min Yoongi. Seni unutmuyorum adamım.
Güneş doğmadan kendi gülüşüyle bizi aydınlatan, umudumuzun her daim artmasını sağlayıp aynı esnada dans pratiklerinde anamızı ağlatan çok düşünceli sevgili abim Jung Hoseok. Güneş adam.
Bir de Golden Maknae lakaplı ben, Jeon Jungkook.
Hayır hayatım tamamen ihtimaller üzerine kuruluydu. Asla ama asla insanların gözlerinin içine bakamayan bu gerzek velet nasıl oldu da 'dünyanın en sevilen grubu'nda yer alabildi, işte orası ciddi bir muamma...
Bu Bang Pd diye ortada dolaşan göbekli herif ben de neyin ışığını görüp para yatırdı bilmiyorum. Ancak ciddi bir hata üzerine bu saçmalıkları kabul eden gerizekalının ben olduğunu hatırlayınca adamda da suç bulamıyorum haliyle.
Sıkıntı büyük.
Ben ne anlardım müzikten, danstan, rapten.
Hayatım boyunca kendimi tek tanıdığım tip okula gidip dönen, arada keyfi ayakkabı boyacılığı yapan, kızları etkilemek için salak saçma triplere giren, hatta sevgilim var diye 300 gün görüşmediği kız arkadaşı olmuş veledin tekiydim. Şimdiyse arada ciddi farklar vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ɪ̇ɴsɪᴅᴇ ᴛʜᴇ ɢᴀᴍᴇ | JJK
Fanfiction"Oyun mu? Sen oyunun başladığını mı sandın? Oyun daha yeni başlıyor?"