2035, Mayıs (Florida)
"Hayır, hayır daha iyi bir planım var bu dünya için ümit yok artık." Adam elindeki kadehi yavaşça masaya koydu ve önündeki Dünya haritasına gözlerini dikti, gözlerindeki kararlılık içine işlemişti, yanındaki kendisinden biraz daha kütleli ve solgun yüzlü bir adam dikkatini diğerinin işaret ettiği nokta çekmişti.
- Dünya artık iki kısımdan oluşuyor Paul, yer altı ve üstü. Biz üstte kalmayı seçenleriz, bunun bir ödülü olmalı. Sözümüz artık her şeyin üstüne olabilir, baştan yaratabiliriz Paul en baştan yaratabiliriz bildiğimiz bütün dünyayı, burası artık bizim kum havuzumuz istediğimizi, dilediğimizi yapabiliriz kuklalarımız, baştan yaratacağımız bir toplum. İşlerimiz olduğu kesin...
2036, Aralık (Londra)
- Sana bir teşekkür borçluyum, demek ki kusursuz askerimiz o kadar kusursuz değilmiş, burası bu şehir benim satranç tahtam Tylor, ve piyonları ben seçerim. Sığınağın yerini ifşa etmek zor olan kısmıydı, yağmalamak zamanımı almayacak.
Sofia, tarlada bulduğum saf kız ya da beni odama kadar götüren "iyi kalpli" ajan değildi artık, siyah bir üniforma giymişti, belindeki kemerler yere kadar uzanıyordu, göğsünde bir çok savaşa katıldığını belli eden madalyalar vardı, sayısına bakılınca hiçbir zaman kaybeden tarafta olmadığı da belliydi, yüzünde zafer edasıyla birleşik şeytani bir gülümseme vardı, beni kullanmıştı ve bir kez daha beni kandırmıştı bütün kör noktalar açığa kavuşuyordu zihnimde, Sofia'nın arkasından sesler yükseliyordu, yalnız olmadığını tahmin etmiştim fakat arkasında modern teknolojinin en acımasız silahları ve simaları belirsiz askerleri görmek beni bile şaşırtmış ve iliklerime kadar titrememe sebep olmuştu. Neden buraya gelmek istediğini ve beni neden kullandığını bilmiyordum fakat artık iyi ile kötüyü ayırt etmek zor değildi yanımdaki adama baktım yüzünde korku vardı, bedeni kaskatı kesilmişti, ordu giderek yaklaşıyordu ve bu sefer atlatmamın mümkün olmadığını biliyordum, uçağa doğru döndük ve var gücümüzle koşmaya başladık.
-YOK EDİN!
Ordu harekete geçti ve üstümüze mermiler yağmaya başladı, ağaçların içine girdik ve mermilerden saklandık, askerlerin her birinde Titanium-L silahlarından vardı, bir tanesinin isabet etmesi taktirde sonunu tahmin etmek bile istemiyordum. Çevik bir hareketle ağaçlara tırmanmaya başladım, adam bana bakıyordu "Durma acele et! Ölmek istemiyorsan yaptığımı yap, uçağı kullanman için sana ihtiyacım var." Dediğimi yaptı ve ağaçlardan birine tırmanmaya başladı, mermiler aralıksız devam ediyordu ve askerler savunma taktiği yaparak yavaş ama dikkatli bir biçimde yaklaşıyordu.
-Aramız çok yakın, bu mesafe biz uçağa varana kadar kapanır başaramayacağız.
Adam durdu ve cebinden küçük bir kumanda çıkardı ve bir kaç denemeden sonra butonun bulunduğu kapağı açtıktan sonra konuştu.
-Siper al, burası havaya uçacak.
-Ne demek havaya uçac-
Düğmeye bastığı anda ilk başta yer altından hissettiğim bir sarsıntı sonrasında önümdeki düzlük alanın havaya uçuşunu seyrettim, yerin altından ateşler püskürüyordu, durumdan etkilenmeyen tek kişi yanımdaki adamdı, ağaca tutunmuş sarsıntının kendisini sarsmasını önlüyordu. Ateşler kısa sürede her tarafı sardı ve saniyeler içinde az evvel baktığım düzlük müthiş büyük bir gürültüyle kendi içine doğru çöktü. Çökmenin sonucu etrafı büyük bir toz bulutu kapladı, tozların ciğerlerime hücum edişini hissettim ciğerlerime giren parçacıklar canımı yakıyordu ve şiddetli öksürmeme neden oluyordu
-Dikkatlerini dağıttık, hadi çabuk.
Hızlıca ağaçtan inip uçağa doğru koşmaya devam ettik fakat yine de tedbirli olmakta fayda vardı, birbirimizin sırtına dayanarak önlü arkalı kontrol şeklinde gidiyorduk, toz dumanı hala sahadaydı ve ağaçlık alanın içindeki dikenler bacaklarıma değiyordu. Nihayet uçağa ulaştık ve Z-12 sürücü koltuğuna oturup kapıyı kapatmadan ani bir uçuşa geçti, araç yükselirken havadaki toz bulutunu içine çekiyor ve sonra geri bırakıyordu, biraz yükseldikten sonra kapı yavaşça kapanmaya başladı, alan şimdi biraz daha geniş bir görüş alanındaydı, toz bulutunun arasında zarar görmüş makineleri görebiliyordum, askerleri seçemesem de o patlamadan kurtulanın olmayacağına sizi temin edebilirim. Bir süre daha öksürmeye devam ettim ve gözlerimi tozdan dolayı yandığı için birkaç kere kırpıştırdım kendimi biraz topladığımda konuştum:
- Bu baskın benim planım dahilinde değildi bilmeni isterim olanlarla en küçük ilgi ve alakam yok.
Adam hafiften hayal kırıklığı hissedilen ses tonuyla "Biliyorum biliyorum, benim hatam seni kurtarmayı seçen bendim."
- Seçmek? Yanlış anlama seni hayatımda ilk kez görüyorum daha önce gördüğümü sanmıyorum hafızam güçlüdür.
- Ben bir isyankarım ahbap, bu iğrenç dünya düzeni çok şey değiştirdi ve bu düzen Cehennemin Uğultusundan bile kötü, biliyorsundur artık resmi devletler yok, yeryüzünde kalanların bazıları bu anarşi halini fırsat bildi ve yönetme arzusu ile örgütler kurdular daha zayıf ve yönetilmeye muhtaç insanları bünyelerine topladılar ve zamanla büyük nüfusları kapsayıp şehirler haline geldiler, onlar Cehennemin Uğultusundan yararlanan parazitler, onlar bu felaketi bir şans olarak görüyor. İlk başta gayet iyi masum bir topluluk olarak devam ediyordu her şey ve insanlar bir şekilde hayatlarına bağlanmaları için bir fırsat olarak görülüyordu. Daha sonra örgütleri yönetenler güç zehirlenmesi yaşadılar, şehirler en küçük bir anlaşmazlıkta infaz balonlarına atılan insanlar tarafından dolup taştı, doğuştan sağır insanları zorla askerleri olarak atadılar, kendileri lüks içinde yaşarken zamanla büyük sözler verdikleri insanları tamamen unuttular, bu umursamazlık büyük çaplı isyanlara ve yıkımlara sebep oldu, baş kaldıran masum insanları halkın içinde idam ettirdiler, yetmedi devletin gizli teknolojilerini bünyelerinde bulundurdukları mimarları ve mühendisleri tarafından geliştirip otoriteyi tamamen ele geçirdiler. İlk başta yaşam vaad eden şehirler güvenlik balonlarının da kurulmasıyla bir nevi açık hava hapisanesine döndü, şehirdekilere taşınması zorunlu rozetler dağıttılar ve taşımayanları düşman olarak kabul eden bir makine geliştirdiler, ne kadar ileri gidebildiklerinin bir sınırı yok, şehir içindeki güzel bir yaşam sözü verdikleri insanları zorla meta tarlalara, üretim fabrikalarına ve madenciliğe gönderdiler, işe itaat etmeyenler şehirlerden kovuldu ve rozetleri ellerinden alındı, işte bizler kovulan işçilerden, kaçak vatandaşlardan oluşan toplumuz, biz Sessiz Reçeteleriz. Şehirlerin dışında toplandık, içimizden bazıları bir kaç silah ve teknolojik alet çalışmaları çaldı, şehirlere verdiğimiz en büyük darbe 7 kopyası bulunan duyma cihazı planının bütün kopyalarıyla beraber elimize geçmesiydi. O günden sonra şehirler tam anlamıyla bir ölüm makinesine döndü, planların kaybolmasıyla üretimi duran Cehennemin Uğultusunu bloke eden cihazların yokluğu yüzünden şehir kitlesindeki insanlar iyice sinirlendi ve göçler arttı, bunun sonucunda şehirler kalanların hepsini infaz balonlarına hapsetti, infaz balonları dolunca ses emen sığınaklara baskınlar yapıldı ve içindeki insanlarla beraber şehirlere katıldı, sığınaklardan çıkılamayacağından sığınakların da bütün kaynakları baştakiler tarafından zorla sömürülmeye başlandı. Her şeyi ele geçirene kadar durmayacaklar amaçları yeni bir dünya, Cehennemin Uğultusunun gölgesinde bir esearet onlar bu uğultudan memnun hatta çözümü bile bulmuş olabilirler, fakat herkesten gizleniyor ve otoriteden dolayı insanlar bireysel herhangi bir hareket yapamıyor. Onların dünya hakimiyetini önleyen tek neden duyma cihazlarının azalması ve planların da bizim bünyemizde bulunması, o yüzden buldukları bütün sığınaklarımıza baskınlar yapılıyor, bütün şehirler planların peşinde çünkü cihazın parçalanıp incelenme gibi bir şansı yok çünkü kırıldığı an bütün sistemi kendini yok ediyor. Toplumumuzun nüfusu azımsanacak değil fakat şehirlerin nitelikli askerleri ve silahları bizim çok üstümüzde, bu sebeple örgüte katılması için nitelikli savaşçılar arıyorduk, benim görevim ise Londra direnişi için askeri yeteneği üstün bir kaç kişi toplamaktı, 1 aydır Londra şehrinin atanmış gardiyanı dinliyor ve izliyordum, seni o evden alışını buraya gelişinizi, kaçış mücadeleni her şeyi izledim askeri yeteneklerin olağanüstüydü fakat sen o çatıda bombalarla bayıltıldıktan sonra birlik gardiyanı seni binanın içine taşınmanı istedi, malesef binayı dinlemem ve görmem de imkansızdı, fiziksel olarak da giremezdim, seni orada kaybettiğimi düşündüm fakat binayı gözlemlerken bilgi toplarken kapıdan çıktığını gördüm ve bir risk alıp seni kaçırdım aslında o binadan nasıl kaçabildin anlamıyorum Buckingham en güvenlikli şehir kontrol kulelerinden biridir.
Adamın dediklerini sindirmem uzun sürmüştü, her şey şimdi anlaşılıyordu:
-Başından beri biliyorlarmış.
- Ne, Anlamadım?
- Senin onları izlediğini daha benim evime varmadan anlamış olmalılar, beni zorla şehir bünyesine katmamalarının bir sebebi olmalı değil mi? Eğer gerçekten istedikleri şey askeri zekam olsaydı ki onlarda yeterince askeri düzey var, beni o evde kıskıvrak yakalayabilirlerdi ve tutuklayıp infaz balonlarına kapatabilirlerdi fakat onun yerine bana oyun oynadılar, masum kızı oynayıp beni onu takip etmeye yöneltti ve şehirden çıkmamam herhangi bir farklı rotaya sapmamam için yollara askerlerini yerleştirdi, beni her şekilde o binaya götürecekti çünkü senin oradaki bilgiye sızamayacağını biliyorlardı. Beni ilk başta Sessiz Reçetelerin onlar olduklarına inandırdılar sahte bir hikaye uydurdular iyilerin onlar olduğu bir hikaye, beni o odaya koydukları an bariz ipuçları bıraktılar, oranın tuzak olduğunu anlamam ve kaçmam bekleniliyordu, güvenlik düzeyini en alt düzeye indirip bana kısıtlı mantıksız kararlar vermemi sağlayacak kadar az zaman verdiler, beni alacağını tahmin etmişlerdi, böylece seni bulacaklardı, yani bütün bunlar seni bulmak içindi, her şey riskli fakat müthiş planlanmış bir rol oyunuydu ve piyon bendim Şah ise sen. Sanırım hesaplamadıkları tek nokta sığınağını patlatmandı.
Bir süre camın dışındaki ıssızlığa karşı gözlerini dikti, mimikleri çok fark ettirmese de içinde kendisiyle tartışığı belliydi, uçağı kontrollü bir tek bir ses çıkarmadan sürmeye devam etti. Biraz böyle zaman geçtikten sonra sessizliği böldü:
- Sığınaklarımız geçicidir zaten her halükarda patlatılacaktı, fakat nasıl anladılar, her seferinde giderek daha güçlü bir hal alıyorlar, onlar çok zeki, ufak bir hatam olmalı fark edilmemin sebebi neydi? Başarısız oldum, belki de operasyonlara ben gönderilmemeliyim.
Üzgün olduğu belliydi ve hala kendisiyle bir iç savaşı vardı, fakat benim canımı kurtarmıştı ve ona minnet borcum vardı teselli verme ihtiyacı hissetmiştim.
- Amacın asker bulmak değil miydi? Şimdi yanında olduğuma göre bu operasyonu başarılı şekilde tamamladığın anlamına gelmez mi?
Adam bana döndü ve şaşkınla yüzüme baktı sesini her ne kadar kontrol etmeye çalışsa da heyecanla:
- Bize mi katılacaksın?
"Gidecek daha iyi bir yerim yok gibi gözüküyor." Adama döndüm ve dostça bir bakış attım.-Adım Zean, Z-12 benim operasyon adımdı şimdi operasyon tamamlandığına göre sanırım adımı öğrenebilirsin, ve sen?
-Tylor, Tylor Patrouse. Tanıştığımıza memnun oldum. Peki şimdi nereye gidiyoruz?
Zean önündeki parlak ekrana iki kere dokundu ve haritada yakınlaştırıp bir noktayı işaretledi, yaklaşıp yakından baktım. Daha sonra devam etti "Ana kontrol noktamız orası, şehrin otoritesinin düştüğü bölgelerden biri, yani orada güvende olacağız."
Ekrana son bir kez daha baktım ve koltuğuma yaslandım, yolculuğun bir süre tadını çıkartmaya başladım, muhtemelen sabaha orada olurduk, İstanbul hep görmek istediğim bir şehirdi. Yaşadığım onca olaydan sonra koltuğa başımı yasladım, uçağın fan sesi eşliğinde yavaşça gözlerimi kapatıp uykuya teslim oldum, yarın ne olacağını bilmiyordum fakat artık tehlikenin Uğultudan daha ciddi olduğunu anlamıştım.**Arkadaşlar artık olaylara tam olarak bir giriş yaptık olay örgüsü hakkında fikirlerinizi belirtebilirsiniz, bölümler belirli aralıklarla yüklenilecek, umarım beğenirsiniz :)**
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sessiz Reçete
General Fictionİnsanlar hayatları boyunca pek çok şey duyarlar. Küfürler, iltifatlar, iftiralar, itiraflar, sevgi sözleri, şiirler, besteler, melodiler... Peki bu kez duyulan şey ölümün kendisi ise? Ölümcül ses ve beraberinde başlayan büyük bir savaş ve kurulan ye...