İnişe geçiyoruz.
Pencereden baktığımda kasvetli bulutların ardında varış rotamızı gördüm, ayak basmak üzere olduğum bu bölge tarihin hep kilit noktalarından olmuştu. Tarihin tekerrürden ibaret olduğu gerçeği bir kez daha insanlığın yüzüne çarpmış olmalıydı. Üç kıtayı bağlayan ve bir çok medeniyete toprak olan bu şehir elbette ki bu savaşta yine sahnede olacaktı. Zamana uyum sağlamayı başarmış diyebilirim, ama artık göz zevkine o kadar hitap ediyor mu bilemem. Eskiden yerinde konutlar olduğunu tahmin ettiğim büyük delikler, büyük deliklerin içini dolduran koyu renkli binalar, sahil kıyısınca kurulmuş anti-atak silahları, düzensiz yollar, belirli ve düzensiz aralıklarla göze çarpan infaz balonları kümeleri ve en çok dikkat çeken kale görünümlü dev bina... Her yönüyle savaşa hazır bir haldeydi. Uçağın tekerlekleri yerle temas ettiğinde bir süre daha uzun pist üzerinde sürüklendik, giderek yavaşlayan uçak pistin sonlarına doğru durdu, şehrin manzarası artık daha netti, karanlık ve kasvet şehrin üzerine bulut olup yağmıştı sanki.
İki adamın pistin sağından uçağa doğru yaklaştığını gördüm, bellerine silahlar bağlıydı, Zean onları görünce sırıttı:
- Hadi gel, seni ekibinle tanıştıracağım, buraya kısa zamanda alışırsın.
Uçağın kapısına doğru ilerledik ve merdivenlerin aşağı inmesini bir süre bekledik, kapının açılmasıyla yüzüme vuran soğuk esintiyle birleşik deniz kokusu daha önce hiç hissetmediğim duygular hissettirmişti bana. Nihayet uçaktan indiğimde yeniden yerde olmanın verdiği mutluluk istemsizce bedenimi sarmıştı.Zean: Sana ilk başta yeni kıyafetler verelim, bu havaya göre oldukça ince giyinmişsin, haftaya toz ve kar fırtınası bekleniyor. Bir de-
Tylor: Bir de ne?
Zean: Bir de bir duşa girsen iyi olur dostum.
Neden duraksadığını anlamıştım, sanırım söyleyecek daha kibar bir yol bulmak istemişti ama en kibarı buydu herhalde. Diğer iki adamla aramızdaki mesafeyi kapadık ve sonra durduk. Adamların ikisi de iri cüselli ve güç sahibi oldukları belliydi.
Zean: Bunlar Güneş ve Ekin, Türk dostlarımız ve bizim ev sahiplerimiz, İstanbul'un Organize Şehirlerin hükmünden kurtarılmasının ana kahramanları, bu şehir ve bizler onlara borçluyuz. Adamların yüzleri belli değildi, taktıkları kask benzeri şeyler yüzlerinin gözükmesini önlüyordu bu sebeple ikisinin de yaş aralığını belirlemede zorlandım, fakat benim iri bir insan olduğumu varsayarsak benden küçük olamayacak kadar iri cüsselilerdi. "Memnun oldum." Adamlara samimi bir yüz ifadesiyle selamladım ve onlar da kafalarını aynı şekilde salladı.
Tylor: Konuşmamalarının herhangi bir sebebi var mı yoksa sessizlik yemini gibi bir şey mi ettiler?
Zean: Onlar ses emici odaların dışında konuşmuyorlar, neden olduğunu tam olarak bilmiyoruz, ilk başta İngilizce bilmediklerinden sebebiyet böyle olduğunu düşünüyorduk fakat yazımları akıcı İngilizceye sahip yani çok bir bilgim yok açıkçası.
Adamlar ikimize bir süre daha bakıp kollarında bulunan dijital ekranlarda bir şeyler yaptılar daha sonra Zean'ın bilekliğinde bir titreşim hissettiğini gördüm, bu bileklikleri daha önce fark etmemiştim, bir mesaj vardı fakat içeriğini göremeden bileklik kapandı. Zean bana döndü ve "Bu taraftan." diyerek bana yol gösterdi. Birlikte bir süre yürüdük, yolun sonunda araçlar gözüküyordu. "Sorma fırsatım olmamıştı." dedim ve devam ettim "Biz bu aygıtları ne kadar süredir takıyoruz yani beni Buckingham'dan almandan yana baya bir zaman geçti." Zean bana döndü ve kaşlarını hafiften kaldırdı ve nazik bir şekilde sorgular tavırla:
- Bu senin için ne kadar önemli?
- 15 saatte bir yenileme gerektiğini göz önünde bulundurursak bayağı önemli bence, sende önemsemelisin.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sessiz Reçete
General Fictionİnsanlar hayatları boyunca pek çok şey duyarlar. Küfürler, iltifatlar, iftiralar, itiraflar, sevgi sözleri, şiirler, besteler, melodiler... Peki bu kez duyulan şey ölümün kendisi ise? Ölümcül ses ve beraberinde başlayan büyük bir savaş ve kurulan ye...