VII

913 73 42
                                    

Bir kalp, kaç kırgınlığı sığdırabilir içine? Daha birinden aldığı darbenin acısı tazeyken, nasıl kaldırabilir diğerini? İşte bu soruların tam ortasındaydım.

Bir elimde ısınmış biram, diğer elimde aynı fotoğrafta takılı kalmış telefonum, önümdeki küllükte birkaç nefes çekilip kaderine terk edilmiş sigaram ile oturuyorum. Ha bir de ısrarla çalan kapım ve kapının ardında defalarca adımı seslenen sevgilim var, unutmamak lazım.

Ekrandaki fotoğraftan 1 saniye olsun gözümü ayırmadan duruyordum. Böylesine takılı kaldığım fotoğraf, az önce Baha'ya gönderdiğim fotoğraf değildi. Daha kötüsüydü.

Baha'ya mesaj attıktan sonra tüm o söylediklerime rağmen geleceğini bilerek bekliyorken, tüm kırgınlığına rağmen aşk ile kör olmuş kalbime söz geçirmeye çalışıyordum. Kızgındım evet, ama konuştuğumuzda affedeceğimin de farkındaydım. Fakat ondan sonra gördüğüm bir diğer fotoğraf, kalbimin bile derin bir sessizliğe gömülmesini sağlamıştı.

Fotoğraf Ece'ye aitti. Tasvir etmem gerekirse fotoğrafta; Ece'nin kolları Baha'nın boynunda, dudakları sevgilimin dudaklarındaydı. Adeta kendince sevgili olduklarını ilan etmişti bu paylaşımı ile. İşin garip tarafı, o öptüğü dudaklar daha dün bana aitti. Ya da ben öyle sanıyordum.

Kısacası aldatılmıştım hem de gizli saklı yaşamak zorunda bırakıldığım ilişkinin yıl dönümünde. Ne kadar acınası değil mi? Kesinlikle öyle.

Fotoğrafı gördüğüm o ilk an bedenimi saran acı, etkisini arttırarak devam ediyordu. Fiziksel bir acı değildi bu, kalp acısıydı. Aldatılma hissinin diğer acılardan en büyük farkını ise yeni fark ediyordum. Çektiğin acıyı bile ezip geçen bambaşka bir duyguyu daha barındırıyordu bu his. O an kafanızın içindeki her bir ses size "aptal" diye bağırıyordu. Hem aldatılan taraf, hem de aptaldım.

Midem bulanıyordu lakin bu bir hastalık bulantısından çok daha farklıydı. Canımdan bir parça kopuyor gibi acı çekiyordum, her bir yanım pismiş gibi midem bulanıyordu ve hayatın en büyük haksızlığına uğramış gibi öfke doluydum. Bütün bunları aynı anda yaşıyor olmak ise bütün kontrolü kaybetmemi sağlıyordu.

Gözümden akmayı başaran damlayı elimin tersi ile silip düz ifademden ödün vermeyerek ayağa kalktım. Yüzleşmem gereken bir gerçek, sormam gereken bir hesap vardı.

Israrla çalmaya devam eden kapıya doğru attığım her adımda, öfkem diğer bütün duygularımın önüne biraz daha geçiyordu. Sinirden titremeye başlayan ellerimi yumruk haline getirip açığa çıkmak için direnen öfkemi biraz daha erteledim ve vardım kapıya.

Yavaşça araladım. Biricik sevgilim (!) hala kapının önündeydi. Kapının açıldığını fark edince irkilerek gözlerimi buldu gözleri. İlk defa o gün, o yeşil gözlerinden iğrendim. Aslında asıl iğrendiğim; sadece bana özel sandığım her şeyin başkalarına sunulmuş olmasıydı.

Baha bir şeyler söylemek için ağzını açmıştı fakat ben kapıyı aralık bırakarak içeri geçip eski yerime döndüm. Hareketlerim oldukça sakindi zira biraz sonra yaşanacaklara hazırlanıyordum.

Çok geçmeden yanıma gelip oturdu. Beni ilk defa böyle görmenin haklı şaşkınlığını yaşıyordu.

"Sevgilim ben özür dilerim-..."

Sehpaya boş bakışlar atan gözlerim aniden onu buldu. Utanmadan sevgilim diyordu hala, utanmadan gözlerime bakıyordu.

"Önemli değil. Ne güzel eğlenmişsin."

Kendime şaşırıyordum. İçim öfke ile kaynarken sakin çıkan sesim beni korkutuyordu. Bu büyük bir patlamanın habercisiydi.

"Soner, sen iyi misin?"

İsim Şehir (bxb & texting)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin