Geceye dair hatırladığım son şey Jeongin'in kollarıyken uyandığımda karşılaştığım ilk şey yine onun kolları olmuştu. Ama bu sefer benim tek kişilik yatağımdaydık. Benden sonra neler olmuştu, neler konuşulmuştu bilmiyordum. Sonradan öğrenmiştim ki çocuklar alkollü olduğu için Jeongin'e burada kalması konusunda ısrar etmişlerdi. Ve normal olarak ikimiz benim yatağımda, bir bütün olmuş şekilde uyumuştuk.
Sabah hep beraber kahvaltı ettikten sonra Jeongin fazla durmamıştı. Seungmin'le buluşacağını söyleyerek ayrılmıştı yanımızdan. Biz de günü bomboş geçirmiş, ben ara sıra Jeongin'le mesajlaşmıştım. Akşam yemeğinden sonra ise dün yaptığımızı tekrarlamaya karar vermiştik. Tabii bu sefer Jeongin yoktu aramızda. Dün onun getirdiği alkollerden ve atıştırmalıklardan kalanları hazırlamış, balkona yerleşmiştik. Bu gece biz bizeydik ve herkes daha rahattı.
Açık açık konuşabiliyorduk çünkü her şeyi.
İçkimden bir yudum alarak bardağımla Hyunjin'i işaret ettim. "Dünkü tavırların da neydi öyle? Jeongin'i sorguya çekmeye kalkmışsın?"
O ise sırıttı. "Abin olarak bilmiyor mu kızım beni?" dedi. "Biraz inandırıcı olsun istedim."
Gözlerimi devirdim. "Aynen, iki hesap sorunca bayağı inandırıcı oluyor zaten. Önce diğer tavırlarını gözden geçir. Kim kardeşine seksi hediyeler alır ki?"
Benim söylediğim çok anormal, onunki çok normalmiş gibi garip bir ifadeyle baktı bana. "Kardeşini seven biri?"
"Bir de şu doğum günü mevzusu var." Çerezlerden ağzıma attım birkaç tane. Çiğnerken de konuşmaya devam ettim. "Ya gerçek doğum günümü söylemiş olsaydım? Nereden çıktı erken doğum günü?"
"Ne? Kötü mü yaptım? Aralık'a kadar birlikte olacağınızın garantisi yok. Yakın zamanda olsun da iyi bir hediye alsın istedim sana. Ayrıca söylemiş olsaydın da kurtarırdım bir şekilde. Benim için doğum gününün, kimlikte olan değil, seni bulduğumuz gün olduğunu falan söylerdim."
"Bu konuda Hyunjin'e katılıyorum. Erken doğum günü mantıklı bir karardı." dedi Minho. "Sen ondan ayrılmasan bile o ayrılabilir senden. İlişkinizin garantisi yok. Aralık'a çok var. Eminim satınca iyi para edecek bir şey alacaktır sana."
"Aynen, her ne kadar inandırıcı oynasak da işin içinde yalan olduğu sürece açığa çıkabilir her şey." diye onayladı Chan da.
"İşte bu yüzden elimden geldiğince yalan söylemiyorum ben. Bunun için çok detay vermememiz gerekiyor hayatımız hakkında. Ve siz çok şey anlatıyorsunuz Chan." Sıkıntılı bir nefes verdim. "Üzerine doğru düzgün konuşamadan ailemizden bahsettin. Birbiriyle çakışan detaylar vermiş olsaydık ne yapacaktık?" Burnumu kırıştırdım. "Zaten kardeş olduğumuz bilgisi tamamen saçmalık. Kim bilir 'annemiz' hakkında ne düşünüyor. Bir gün sorarsa ne diyeceğim? 'Doğurup doğurup bizi ülkenin üç yanına attı' mı?"
Bu konu hakkında gerçekten endişelerim vardı. Birbirimizi tanıdıkça eminim ailem hakkında da sorular soracaktı. Ve en büyük yalanımız da buydu. Diğer konular hakkında yalan söylememe seçeneğim olsa da başından söylediğimiz bu yalan hakkında yapabileceğim bir şey yoktu.
Ayrıca gereksizdi. Her ne kadar diğerleri aramızdaki ilişkiyi açıklamanın en iyi yolu olduğunu iddia etse de ben öyle düşünmüyordum. Evet, dört erkekle yaşamam onu rahatsız edebilirdi. İkisinin kardeşim olması onun açısından rahatlatıcı olmalıydı. Yine de sonu şimdiden belli olan bir ilişkide karşı tarafı rahatlatmak için çabalamamıza gerek yoktu.
"Merak etme." dedi Minho. "Hassas bir konu bu, anlatman için ısrarcı olmaz."
"Hem kardeş olmamız neden saçmalık olsun?" Chan konuştu yine. "Herkes doğru kararlar vermek zorunda mı? Biz çok mu doğru kararlar veriyoruz? Halimize baksanıza." Bu konuda haklıydı. Tamam, bir yere kadar çaresiz olduğumuz için bu hayatı yaşamıştık. Ama düzgün bir hayat yaşama şansımız olduğu halde değerlendirmemiştik. Ve bu da bizim hatamızdı.