Beklenmeyen Gelişler

11 4 0
                                    

Ne zaman uykuya daldım bilmiyorum ama akşam olmak üzere olduğunu camdan baktığımda gördüğüm kırmızı ve turuncu havadan anlamıştım.
Küçükken de böyle saatlerce ağlar ve ağlarken uykuya dalmış olurdum. Sanırım vücudum acımı dindirmek için bu yola başvuruyordu. "Vücudumun çalışan kısmının tek çaresi." "Hayır, daha fazla bu düşünceyle yapamam."  Yapamazdım daha fazla böyle, aklımı bir şekilde dağıtmak zorundaydım. O sırada odamın kapısı çaldı;

- Gel.

Gelen Fadime ablaydı ve elinde üzerinde yemek olan bir tepsiyle gelmişti;

- Tatlım, öğlen yemeği için geldim ama sen uyuyordun, uyandırmak istemedim. Bacaklarına da dokunursam korkarsın diye kaldırmadım.

- Evet, uyurken dokunulmasından korkarım biraz.

- Ay iyiki dokunmamışım. Neyse, sana yemek getirdim. Ege ve Efe yiyip çıktılar, küçük hanımda onlarla birlikte yedi. Sen kaldın bir tek.

- Fazla aç değilim aslında.

- Tatlım olur mu öyle, sabahtan beri bir şey yemedin. Hadi ye, benim de sana anlaticaklarım var.

- Peki.

Fadime abla elindeki tepsiyi bırakıp yatakta düzgün bir konuma gelmeme yardımcı oldu ve tepsiyi kucağıma verdi. Ben isteksiz yavaş yavaş yemeye başladığım sırada Fadime abla anlatmaya başlamıştı:

- Sen uyuyorken Demir geldi, senin fizik tedavi doktorun. Biliyorsundur...

Ağzım dolu olduğu için başımla onayladım;

- Geldi ama seni uyandırmadan gitti. Aslında uyandırmak istedi ama ikizler onu alıp götürdü. Önemli işleri varmış, senin doktor da lazımmış. Yine de Demir iyi çocuk, seni unutmadı, ufak bir not yazdı. İşte burda.

İkiye katlanmış kağıdı üzerine koydu ve ayağa kalktı, odadan çıkicanı anlamıştım;

- Fadime abla, teşekkür ederim.

Tepsiyi ona doğru uzattım, elimden aldı ve gülümseyerek rica etti. Daha sonra da odadan çıktı. Kapı ardından kapanır kapanmaz kağıdı açtım, içinde doktor yazısı olduğu belli olan karman çorman bir yazı vardı. Sanırım bunu bir şifre çözüyormuş gibi çözmem gerekiyordu. Kağıda ve kaleme ihtiyacım vardı ama masa benden uzaktaydı, bu yüzden Fadime ablaya seslendim. Sağolsun hemen geldi ve verdi. Şimdi geriye kalan tek sorun şu harf d mi yoksa b mi onu anlamaktı.
" Doktor yazılarından nefret ediyorum."
Yarım saatin sonunda çözmeyi başarmıştım. Aynen şöyle yazıyordu:

" Bacaklarına çimdik at ve biraz hareket ettirmeyi dene, ne hissettiğini ve ne olduğunu bir kağıda yaz. Yarın görüşürüz, sonuçları anlatırsın."

Şu kadar kelime için yarım saat uğraşmak, dicek bir şey bulamıyordum ve bunlar ne iş yarayabilir çözemiyordum da ama doktor oydu, dediğini yapmalıydım. İlk önce çimdikledim ve not aldım:

Çimdik Deneyi: Ölü bir bacak ne hissede bilir ki?

Şimdi sıra hareket ettirmeye gelmişti;

Hareket Deneyi: Ölüler hareket etmez.

" Of ne yazıyorum ben?" Kağıdı yerinden kopardım ve katlayıp koydum. Ardından notları tekrar aldım.

Çimdik Deneyi: Bir şey hissetmiyorum.
Hareket Deneyi: En ufak bir hareket bile yok.

Sanırım bu yeterliydi, biraz etrafıma bakındım. Artık gece lambam dışında bir ışık yoktu. Güneş hayllerim gibi ağır ağır batmıştı. Canımda çok sıkılıyordu ayrıca, ne yapabilirim sorusuna da cevap pek gecikmedi. Defterimin rasgele bir sayfasını açtım ve yazanları okumaya başladım:

" Bu gün rüyamda onu gördüm, gülüyordu. Ne çok seviyordum o gamzeleri. Hatırlıyorum da merak etmiştim bir gün, acaba orda su durur mu diye. Yatırıp su damlattım, on damlaya kadar da durdu harbiden.
Özledim seni gamzelim."

Kalbim acımaya başlamıştı, acaba aylardır mezarına gidemiyorum diye üzülüyormuydu. Bacaklarıma nefretle vurdum o an, hiçbir şey hissetmiyordum." Sevgilim... Biliyorum, beni izliyorsun. Üzülme olur mu, bak yürüyemiyorum. Yoksa gelmem mi yanına, çiçekler koymam mı mezarına? Olmuyor bak, yürüyemiyorum. Sıkıştım kaldım senin dünyanla bu dünya arasında. Lütfen, üzülme. İyileşince söz bak, gelicem. Lütfen, üzülme."
  Artık yutkunamıyordum bile, gözlerimi kapattım. Gözyaşlarımın yüzümü ıslatmasına izin verdim, bıraktım kendimi. Elimden defterim düştü, umursamadım bile. Öyle uyuyup kalmışım işte.

Sabah kalktığımda gözlerim şişmişti ve tam açamıyordum, gözlerimi biraz ovuşturdum ve yattığım yerden ellerimin desteğiyle doğruldum. O sırada çok da yabancısı olmadığım bir ses işittim;

- Günaydın Selin.

Gözlerimi açabildiğim kadar açtım ve kim olduğunu anlamaya çalıştım. "Bu... Bu..."

- Yiğit...

Bir Mucizenin Hikayesi ☆Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin