"Sancı"
Git, demişti. Git iyileş, seni bekleyeceğim.
Bu kelimeler dudaklarından düşeli ne kadar zaman olmuştu? Kelimeler düştüğü yerde can vermişken, ne kadar zaman üzerinden akıp gitmişti öylece? Aslında rakamsal değerin pek de bir önemi yoktu.
Çünkü daha kurduğu ilk cümlenin birinci ölüm gününde, birinci ölüm yılını devirmiş gibi hissetmişti. Evet, daha ilk günden.
Neredeydi, neden tüm kurtları buraya hapsedip gitmişti ve bu sırada başlarında birtakım kendisi gibi alayı her tavrına, sözüne, ifadesine katık yapmış vampirler başlarında duruyordu; Jungkook bunların hiçbirisinin cevabına sahip değildi.
Sadece tek bildiği bir şey vardı ki, o da buraya gelen her vampirin, Taehyung'a bir Tanrı muamelesi yapıyor olmasıydı. Bahsinin geçtiği her kelime kutsal bir kitaptan alıntı ayetler gibi dudaklardan dökülürken, Jungkook'un da diğer kurtlara yapılan muamelenin tam aksi şekilde sırf Taehyung'un bir şeyi olduğu için özenle korunması, onun biraz tuhaf hissetmesine sebep oluyordu tam bir aydır. Evet, bir ay. Tamı tamına bir aydır burada, onun başlarına diktiği askerleriyle sürü yerleşkesinde tedirginlikle yaşamaya çalışıyorlardı.
Tabii buna yaşamak denirse.
Küçük kurtlar eskisi gibi ortalıkta koşturmuyor, camlardan dışarı uzanan her gözün sahibi, çocukların olması gereken yerlerdeki vampirlere korkuyla bakıp hızlıca geri çekiliyordu. Bir de sürü alfası vardı... Jungkook'a öldürecekmiş gibi bakan, ama kılını bile kıpırdatamayan.
Bunun için birçok sebebi vardı; sürüye ihanet etmesi, sürüyü resmen dağıtması, vampirleri sürünün içine kadar çekmiş olması ve onların elinde her bir kurdun oyuncak olması, ayrıca da Jungkook'un yaşadığı yerden alınıp, onun yıllardır yaşadığı eve yerleştirilmesi.
Bunların her birini, onun gözlerinden kendi gözlerine uzanan her bir suçlamayı, çaresizce bağrına basmayı çoktandır kabul etmişti Jungkook. Birisi ölmesin diye tüm sürüyü bu tür bir çıkmaza sürüklemek büyük aptallıktı. Normalde asla böyle düşünmezdi ancak kendisine yapılan her dayatma, düşüncelerine bu dayatmalar tarafından kaçak yollarla sokulmuş kaba saba bir heykeltıraş ustası gibiydi ve bu meslekten anlamaz heykeltıraşçı yüzünden, düşünceleri hatalı şekil almasına sebep oluyordu.
Her zamanki gibi sürünün dışında kalan, Taehyung'u en son gördüğü o ağacın dalında bir ikindi vakti otururken, dal aniden sarsıldı ve Jungkook refleksle ağaca tutunduğu sırada Rose'la göz göze geldiler. Son bir aydır yanından ayrılmayan, onun da dediğine göre Taehyung'un favorisi olan vampir Rose...
Bembeyaz teni, omuzlarından aşağı salınan ince telli olan kestane rengindeki saçları ve bir seksen üstü olabilecek uzun boyuyla Rose; oldukça çekici bir vampirdi. Üstelik Taehyung gittiği andan beri kendisini bir saniye olsun yalnız bırakmayışı ve kendisine porselen bir bebekmiş gibi özenle yaklaşması, Jungkook'un onu biraz olsun sevimli bulmasına sebep oluyordu.
Ama yalnızca biraz. Çünkü Rose, tam anlamıyla Taehyung'un kadın versiyonu gibiymişçesine, oldukça ürkütücü bir karaktere sahipti. Tıpkı onun gibi sarkastik, tıpkı onun gibi tehlikeli olduğu bakışlarına yansıyan kadın Jungkook'a sevimlice sırıttığında, "Merhaba," demişti Jungkook iç geçirerek.
"Merhaba, tatlı omega. Bugün nasılsın?"
Jungkook gözlerini sürü yerleşkesine doğru çevirerek tekrardan iç geçirdi. Rose bu hareketine karşılık çabucak, "Canını sıkma," demişti. "Eğer düzelmesini istersen, Taehyung bunu düzeltecektir."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝐋𝐨𝐯𝐞 𝐁𝐨𝐫𝐧 𝐎𝐟 𝐁𝐥𝐨𝐨𝐝
Fanfiction"Bakalım kızışma dönemindeki bir omegayı, aptal alfalar kadar tatmin edebilecek mi bir vampir." --- Vampirler ve kurtlar arasındaki anlaşmazlığın en büyük nedenlerinden birisi, vampirlerin de omegalara fazlasıyla düşkün olmasıydı. Daha doğrusu kanla...